Bu arada Domuzçukuru yönünden gelen bir yürüyüşçü ile karşılaşıyoruz. Tam 9 gün sonra karşılaştığımız ilk!!! yürüyüşçü. Karia Yolu’nda son 2-3 senedir aktif olarak yürüyoruz ancak az insanla karşılaştık. Böylesine bir coğrafyada “neden acaba?” diye soruyoruz birbirimize. Bunu Datça’ya vardığımızda tüm rotayı ele alarak anlatalım.
Yürüyüşçü arkadaş ile merhabalaştıktan sonra özellikle Domuzçukuru-Hayıtbükü arasında çok zorlandığını, yolu kaybettiğini, inilmemesi gerken koylara bile işaret aramak için indiğini söylüyor. GPS veya Wikiloc kullanmıyormuş ve elindeki rehber kitaptaki tariflerin yeterli olabileceğini düşünmüş. Ancak evdeki hesap çarşıya, rehberdeki tarifler de beklediği gibi çıkmamış. Bayağı bir söylendi biz de dinledik. Hatıra fotoğrafının ardından vedalaşıp herkes kendi yoluna devam etti.
Akçabük sahilindeki tesisin arkasından asfaltta geniş bir “U” çizerek yürüyoruz ve Akçabük çıkışında solda tepeleri ve yol üzerinde küçük pansiyon türü işletmeyi görüyoruz. Palamutbükü’nden Akçabük yaklaşık 2 km.
Bizim yürüdüğümüz dönemde asfalttan çıktığınız noktadaki işletmenin adı Sardunya Pansiyon’du. İşletmeler zamanla el değiştirebildiğinden adının bizden sonra yürüyeceklerin döneminde değişebileceğini hatırlatalım. Değişmezse ne güzel tabii.
Akçabük’ün arkasından yukarıda tariflediğimiz “U” dönüşünü yaptıktan sonra solda göreceğiniz evin önüne geldiğinizde asfalt yoldan ayrılıyorsunuz ve eve bir başka deyişle pansiyona giden yola giriyorsunuz.
İşaret ve patiklar diplerinde olduğundan muhtemelen pansiyon çalışanları da olası bir sorun da yardımcı olacaklardır ama zaman kaybı yaşamamak için pansiyonun civarında işaret ve patika girişine dikkat etmek gerekiyor. Aksi takdirde Ovabükü'ne asfalttan yürümek durumunda kalabilirsiniz.
Pansiyonun önüdeki park alanı için kullanılan düzlüğe ulaşıp yukarı doğru yürümeye devam ediyoruz. Pansiyonu sağımıza, kulübeyi solumuza alıyoruz. Pansiyon park alandaki ağaçlarının altından geçip pansiyonun arkasına geldiğimizde sağa dönüyoruz ve karşımızda yükselen tepeye doğru tırmanmaya başlıyoruz. Zaten sağa dönüldüğünde sağdaki alçak bir duvar üzerinde kırmızı-beyaz işareti görebiliyoruz.
Patika girişinde işaret aramaktansa GPS yardımı alarak patikaya giriyoruz ve tırmanmaya başlıyoruz. Tırmanmak ama ne tırmanmak. Tepeye doğru sert ve dik bir çıkış yapıyoruz. Çıkış sırasında patika ve işaretler belirgin olduğundan endişe edecek bir durum yok.
Bu arada pansiyonun hiç usanmadan, bıkmadan, azimle havlayan bir köpeği var. Pansiyonun köpeği. Saldırmıyor. Buna rağmen sesi kısılana dek havlamaya devam ediyor. Belki susar diyerek gözgöze gelmiyoruz ama nafile. Pansiyon sahibi de alışmış olsa gerek gürültüsünden rahatsız olmuyor, istiflerini bozmuyor. Bir ara bir “sus” diyor ama dinleyen kim?
Tırmandıkça aşağıda harika Akçabük’ten Palamutbükü’ne kadar uzanan bir sahil manzarası ortaya çıkmaya başlıyor. Tırmanış tamamen dikenli frigana (garig) türü bitkiler arasından oluyor. Ağaç yok. Manzaramızın kapanması gibi dert yok. Akçabük Dağı eteklerinden adım adım tırmandıkça manzaranın an be an altınıza serildiğine tanık oluyorsunuz.
Çıkış sırasında kayalık bir bölümden geçtikten 100 metre sonra rotanın zirve noktası olan 225 metreye ulaşıyoruz. Kısa zamanda deniz seviyelerinden 225’e çıkmak yoruyor. Burada kısa bir süre manzarayı seyrettikten sonra patikalar sola içeriye doğru girmeye başlıyor ve Palamutbükü’nü ardımıza alarak tepenin sırtlarından Avlana’ya (Mesudiye) doğru derin olmayan bir vadiden iniş başlıyor. İniş derken kısa süre sonra varacağımız anlaşılmasın. İnişe başladığımızı zannediyoruz ama kısa süreli bir inişin ardından tekrar kısa bir çıkış daha yapıyoruz.
Ağaçlık alana ulaşmadığınız kısımlarda belirgin patikayı takip etmek kolay olsa da ağaçlık kısımların başladığı hatta sıklaştığı kısımlarda patika ve işaretleri takip etmek zorlaşmaya başlıyor.
Palamutbükünü arkamıza alıp sırtan yürümeye başladıktan çok kısa bir süre sonra çam ve makilik içerisine giriyoruz. Avlana’ya doğru sert olmayan inişimiz de buralarda başlıyor. Ağaçlar üzerinde işaretler olsa da sık bölümlerde işaretleri görmek zor oluyor. Zaman zaman ağaçlıktan çıksak da indikçe iyiden iyiye orman içerisine giriyoruz.
İşaretleri göremediğimiz bir anda patikaya benzeyen bir yola giriyoruz ve 200 metre sonra yürümenin imkansız hale geldiği bir noktaya ulaşıyoruz. GPS’e baktığımızda bambaşka bir noktadayız. Fazla azim etmeden geri dönüyoruz. İnadımız bacaklarımızın dikenlerden çizilmesine sebep oluyor. Diken de öylesine çiziyor ki hem kaşınıyor hem şişiyor. Ama temel kreasyonumuz olan şorttan vazgeçemiyoruz.
Anlatmayabilirdik ama bunu neden anlattık? Yolu buluruz, birşekilde çıkarız mantığı ile ilerlemek doğada çözüm getirmiyor. Bunu ne kadar tecrübeli olursak olalım bizlern de yaşadığınızı bilmenizi istedik. Tarif ettiğimiz bu kısımda hayati bir riskimiz yoktu ama kendi kendimize eziyet ettik 10-15 dakika. Sonra son işarete ve GPS izlerine geri döndük.
İşaretli kültür rotalarında zaman zaman işaretleri görebilmek zor oluyor. Ama takip ediyor olmak çok önemli. Kaybettiğinizi düşündüğünüz anda fazla uzatmadan son görünen işarete geri dönmek en mantıklı hareket.
Zeytinlikler arasından devam eden patika genişledikçe aşağıda Mesudiye’yi de görmeye başlıyoruz ve yürüyüşümüzün 6.km.sinde Mesudiye’nin Avlana Mahallesine saat 11:00’de ulaşıyoruz.
Patikalardan toprak yola çıkıyoruz. Toprak yol bizi sadece 100 metre yürüdükten sonra köyün gürül gürül akan çeşmesinin başına indiriyor. Çeşmeyi kaçırmak imkansız. Sesinden sağa aşağı doğru kafanızı çevireceksiniz. Önümüzde Ovabükü ve Hayıtbükü’nde bulunan bakkallar olsa da bu su noktası ilaç gibi geliyor. Tepe geçişi, kısa süreliğine de olsa yoldan çıkmak bizi yordu.
Buz gibi suyu ile Avlana çeşmesinin başında 10 dakikalık kısa bir mola verip kendimize geliyoruz. Çeşmenin dibinde otururken ileride bir köy kahvesi de görüyoruz. Çay kahve molası vermek isteyenlere duyurulur.
 |
Sağdaki yoldan yani yukarıdan gelerek Avlana çeşmesine ulaşıyoruz. |
 |
Avlana Çeşmesi |
 |
ve tabii ki su molası. Burada tüm rotanın sularını doldurmuyoruz. Son yerleşim olan Hayıtbükü'nde bakkalda bir kez daha tazeleyeceğiz. |
Ovabükü ve Hayıtbükü’nde olsa bile yine de sularımızı tazeleyip yola devam ediyoruz. Kahve önünden geçtikten hemen sonra sağda Mesudiye Köyü’nün muhtarlığı karşımıza çıkıyor. Burada muhtarlığın önünden sağa sahile inen yoldan yürüyoruz. Muhtarlığın önündeki beton elektrik direği üzerinde de kırmızı-beyaz işareti görüyoruz zaten. Özetle; muhtarlığa ulaşıldığında sağa aşağı sahile doğru iniliyor.
Muhtarlık’tan Ovabükü sahiline doğru köy içi yollardan yürüyoruz. Yukarıda yazdığımız çeşmeden sonra Ovabükü ve Hayıtbükü çıkışına kadar patika yok. Yolun tamamı köy içi parke veya asfalt yollardan oluşuyor. Yine de sahile yakın olacağınız bu küçük ve sakin yerlerde yollardan yürümek çok sıkıcı olmayacaktır.
Domuzçukuru’na yetişmeyi planlıyorsanız bu yollarda tempoyu biraz arttırıp molaları kısa tutmakta fayda var çünkü Hayıtbükü ile Domuzçukuru arasındaki 9 km.lik yolun tamamı patika. Bol inişli çıkışlı patikalarda 9 km. yürümek yeterince yorucu ve efor sarf edilmesine sebep oluyor.
Muhtarlıktan 100 metre sonra Avlana camisinin önünden geçiyoruz. Camiden sonra taşımalı eğitim, köy-mahalle kanunu sebebiyle kaderine terk edilmiş köy okulu karşımıza çıkıyor. Yollar boyunca bunun gibi onlarcasını gördük ve yazdık ki bu binalar böylesine atıl kalacağına kütüphane, insanların yeni yetenekler kazandığı atölye ve eğitim amaçlı kullanılsa, köyün çocukları hatta her yaştan insanlar, ziyaretçiler, turistler Datça'nın bademini, koylarını, balığını öğrenmeye buraya gelse kötü mü olur? Umarız herşey güzel olur.
Sağda cami ardından ilkokulu geçtikten sonra yol ayrımından sağa saparak aşağı doğru iniyoruz. Buralarda yukarı çıkmak yok. Aşağı sahile doğru iniliyor.
Sağa saptıktan 100 metre sonra sağda Palamutbükü’nden gelen asfalt yola ulaşıyoruz. Yol kenarında liste şeklinde pansiyon tabelalarının bir kenarında da Palamutbükü yazan bir tabela da var. Palamutbükü’nden yola çıkıp asfalttan yürümüş olsaydık buraya ulaşmış olacaktık.
Bu ayrımda sapmadan dümdüz yürünüyor. Palamutbükü’ne giden yola girmeyin sakın!!! Yoksa Palamutbükü’ne geri dönebilirsiniz. Sahile inen yol bu sapaktan 150 metre ileride. Domuzçukuru yönünden yürüyecekler de buraya girmemeliler. Yukarıya doğru çıkmaları gerekiyor.
Avlana’dan başlayarak Mesudiye’nin yerlisi biri ile Ovabükü sapağına kadar iniyoruz. Dağ, tepe, dere, koy isimleri ve diğer genel bilgileri almak için en güzel imkanlar yerel halktır. Ne kadar istek ve merakla yaklaşırsanız onlar da size sıkılmadan cevap veriyorlar. Tabii kendinizi tanıtmak şartı ile. Tek taraflı soru olunca karşı taraf anlatmaktan sıkılıyor. Bu yüzden onlardan da soru gelmesi için imkan yaratmak gerekiyor.
Konumuz Datça’nın 3B’sinin Bademi. Özellikle Datça’nın güney sahillerinda çok sayıda badem bahçesi bulunuyor. Bademin farklı çeşitleri olurmuş. Her çeşidin verimi farklı olurmuş. Zeytin gibi bakım gerektirirmiş. Hakikaten de öyle. Yanından geçtiğimiz her bahçe sürülmüş, bakımlı ve tertemiz görünüyordu.
Dediğine göre türüne göre kilosu 30 ila 80 lira arasında değişirmiş. En iyisi ve makbul olanı aşılı "Nurlu" olan türmüş. Hakikaten iki gün sonra Datça merkezine ulaştığımızda en pahalısının Nurlu olduğunu göreceğiz. Şaka bir yana, Datça’da badem satan dükkanda kilosu en pahalı olanı tatmak için uzattıklarında “Bunlar Nurlu olmalı.” dedikten sonra aldığımız “Evet” yanıtı bu işi kıvırdığımızın kanıtıydı. Bu dükkanların da telefonlarını vereceğiz ayrıca. Badem Datça’dan sipariş edilir...
Düz yürümeye devanm ediyor, 150 metre ilerideki Ovabükü sapağından sağa sahile doğru inmeye başlıyoruz. Yol kenarında direk üzerindeki işaret de bizi sahile doğru yönlendiriyor zaten. Bu noktada da az önce geçtiğimiz Palamutbükü sapağındakine benzer liste şeklinde pansiyon tabelası bulunuyor. Buradan farkına varmadan düz yürünürse ne olur? 300 metre sonra Hayıtbükü’ne yoluna girilir ve Ovabükü’ne girmeden yola devam edilir.
Sağa sahile giden asfalt yola girdikten sonra sağa sola sapmadan yaklaşık 1 km. dümdüz yürünüyor. Sahile yaklaştıkça apart türü pansiyonlar başlayacak olsa da yolun geneli sağlı sollu badem ağaçları ile dolu.
Yürüyüşümüzün 6. km.sinde saat 12:00’de küçük ve sakin Ovabükü sahiline ulaşıyoruz. Ovabükü büyüklük olarak Palamutbükü’nün neredeyse yarısı kadar ama bakkal, pansiyon her imkan var.
Yola çıktığımız yerdeki bakkalda dondurma ve sade soda molası veriyoruz. Hava sıcak ve dondurma iyi geliyor. Palamutbükü gibi sahildeki bakkal da yaz kış açık oluyormuş. Yürüyeceklerin aklında olsun. Aradıklarınızı bulabilir, eksiklerinizi tamamlayabilirsiniz. Ovabükü sahilinde restoran da bulunuyor.
 |
Sahile yaklaştıkça pansiyon ve apartlar başlıyor. |
 |
Herbiri birbirinden küçük ve güzel. Sebebi imar planımıdır bilinmez ama gözle görülür rahatsız edici bir betonlaşma yok bu bölgede |
 |
Tekne turlarımız da var. |
 |
Sahile Ovabükü'nün büyük işletmelerinin birinin yanından geçerek ulaşıyoruz. |
 |
Ovabükü sahil yolu. Ana caddesi. İngiltere'deki adı ile "High Street" |
 |
Dondurma zamanı |
 |
Ovabükü sahili. Karşı sırtta Palamutbükü'nden gelen asfalt yol da görülüyor. |
 |
Datça'dan Mesudiye'ye minibüs saatleri. Minibüs var mı yok mu diye soracakların aklında olsun. |
 |
Ovabükü işletmeleri. kalabalık grup olarak geleceklere hizmette sınır yok. |
Ovabükü’nde oturup zaman kaybetmeden yürümeye devam ediyoruz. Hayıtbükü-Domuzçukuru arasındaki izole, yorucu ve uzun sürecek olan patikalara mümkün olduğu kadar erken girmek istiyoruz.
Denizi sağımıza alarak Ovabükü’nden Hayıtbükü’ne doğru sahilden yürümeye başlıyoruz.
Yaklaşık 200 metre sonra Ovabükü arkamızda kalıyor ve asfalt yol tam 90 derece ile sola doğru dönüyor. Sağda sahilde koca bir yükselti şeklinde yükselmiş Adatepe (170 m.), solda Ovabükü’nün arkasındaki düzlükleri ve pansiyonlar bulunuyor. Girişte çok sayıda pansiyon tabelası görmüş olsak da arsalar büyük olduğundan betonlaşma göze çarpmıyor. Evler ferah ve aralarında mesafe var. Küçük ve güzel bir yer Ovabükü.
Burada konaklamayı düşünenler bizim fotoğraflarda verdiğimiz pansiyon isimlerinin bulunduğu tabeladan yararlanıp Google üzerinden telefonlara ulaşabilirler. Tek tek yazmaktansa böylesi daha doğru olacaktır diye düşündük.
Hayıtbükü’ne doğru yolun tamamı asfalt. Ovabükü sahiline çıktığımız nokta ile Hayıtbükü sahili arası mesafe olarak sadece 1.5-2 km.
Sağa sola sapmadan sağda Adatepe’nin eteklerinden devam eden yolu takip ederek saat 12:30’a doğru yürüyüşümüzün 10. km.sinde Hayıtbükü’ne ulaşıyoruz.
Ulaşmasına ulaştık ama Palamutbükü-Avlana arası çıkış, sırt ve patika geçişleri, iniş çıkışlar bizi yormadı değil. Yol tecrübesi olanlar için yine de zor olmayan orta seviye bir rota olduğunu söyleyebiliriz.
 |
Hayıtbükü'ne ulaşıyoruz. |
 |
Hayıtbükü sahili |
Hayıtbükü Domuzçukuru’na giden patikalar öncesi son yerleşim noktası. Hızırşah ile Eski Datça arasındaki kısa mesafeyi saymazsak Karia Yolu’nun Datça parkurlarının bitiş noktası olan Eski Datça’ya ulaşmadan önceki son yerleşim diyebiliriz. Eğer eksiğiniz varsa buradaki bakkalda en fazla bir günlük kumanya ve yeme-içme eksikğinizi tamamlamanız gerekiyor. Ters yönden yürüyenler için zorlu Domuzçukuru patikaları sonrası Hayıtbükü’ne ulaşmak bayram gibi gelecektir. Yürüyüşe Datça’dan başlayanların (ters yönden) da 1-2 günlük kamp ikmali yapmış olmaları gerekiyor. Karia Yolu işaretlerini takip ederek Eski Datça’dan buraya 1 günde ulaşmak mümkün değil.
Hava sıcak ve son ikmal noktası olan Hayıtbükü’ndeki bakkaldan sularımızı doldurup patlayana kadar da su içiyoruz. Bakkal da su konusunda temkinli ve tedarikli olmamızı tavsiye ediyor. Bu tavsiyeye kulak verip, kulağa da küpe etmek lazım.
Domuzçukuru rotası özellikle sıcak havalarda ciddi çile çekilebilecek, gölgenin az olduğu, telefonun çok sık noktada çekmediği, geriye dönüş haricinde girdiğiniz zaman yola devam etmenizin gerektiği bir rota. Yolu yarıda bırakıp ana yola çıkma gibi bir karar vermeniz mümkün değil.
Domuzçukurunda yıllardır yaşayan Mete adında bir genç var. Kendisi atıl durumda olan tesiste maaşı toprak sahipleri tarafından karşılanıyor ve yıllardır (biz adına bekçilik diyelim, siz gözcülük diyin) orada yaşıyor. Ekiyor, biçiyor, balık avlıyor. Burada direk olarak su kaynağı olmasa da kendisinden su istemekten çekinmeyin. İstemediğiniz takdirde su bakımından sorun yaşamanız muhtemeldir.
Hayıtbükü Ovabükü’nden de küçük bir yerleşim. Sahili küçük ve kumsal. Sahilde kamp atmaya uygun yerler bulunuyor. Yürüyeceklerin bilgisi olsun.
Hayıtbükü bakkalı da yaz kış açık. Burada da restoran bulunuyor. Verdiğimiz 5 dakikalık kısa molanın ardından saat 12:30’da yürümeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Zor bir rota başlıyor. Hayıtbükü küçük olduğundan girmemizle çıkmamız bir oluyor. Yoldan yürüyoruz. Hayıtbükü çıkışı sonrası kısa bir tırmanışın ardından 500 metre sonra Gabaklar mevkisine ulaşıyoruz. Sağda pansiyonların da bulunduğu sahile inen yola girmeden dümdüz yürüyoruz. Sahili de görüyoruz. Upuzun iskelesi seneler önce Datça’da tatil için araştırma yaptığımızda aklımızda kalmış. Gabaklar Pansiyon.
Bu arada bu noktada karşımıza sarı renkli Karia Yolu tabelası da çıkıyor. Mesafe olarak neredeyse yolun yarısındayız.
Hayıtbükü ile aynı koyda, yanyana bulunan fakat farklı bir ismi olan Gabaklar Koyu’nda da birkaç işletme bulunuyor (Daha fazlası da olamaz zaten. Çok küçük). Gabaklar ayrıca Kızılbük (Mesudiye Kızılbük) olarak da biliniyor fakat yolumuzun üzerinde bulunan Batır Kızılbük ile karışmaması için sadece Gabaklar olarak yazdık. Bazı koy isimleri birden fazla yerde kullanılıyor.
Gabaklar sahiline inmeden medeniyetten uzak ama bir o kadar da doğa ile başbaşa kalıp kendimizi dinleyip yorgunlukla savaşacağımız rotalara girmek üzereyiz.
İşaretler görünür durumda olsa da zamanla silinme riski olduğundan Gabaklar’dan çıkışı ve patikaya girişi burada tarifleyelim. Sahile inen sapağı geçiyoruz. Sağda yerleşimler gözümüze çarpıyor. Yerleşimleri geçtikten sonra sağımızda bir zeytinlik bahçesi başlıyor ve zeytinlik biter bitmez daha fazla yoldan yürümeden sağdaki belli belirsiz yola giriyoruz. Girişte zeytin ağacı üzerinde büyük kırmızı-beyaz işareti de görüyoruz zaten. Girdikten sonra bu yolun hafriyat amaçlı kullanıldığını görüyoruz. Cennet gibi sahiller, 500 metre gerisinde hafriyatlar. Olmuyor. Üzülüyor insan.
Zeytinlik bittiğinde yolu kaçırıp sağa girmeyip düz yürüseydik yol hemen ileride, yaklaşık 50 metre sonra özel bir mülkte bitecekti.
Yolun en sonuna kadar 50 metre yürüdükten sonra çarşaklı bir noktaya gelip tam 90 derece sola dönerek patikalara giriyoruz. Bu kısımda işaretler de çok belirgin. Kaçırmak söz konusu olmaz.
Bu noktadan itibaren işaret ve patikalara çok dikkat etmek gerekiyor zira sabah Palamutbükü’nde karşılaştığımız yürüyüşçü buralarda kitabın tarifine göre ilerlemek istediğini ancak perişan olduğunu söylemişti. Bizim bir avantajımız GPS olması. Burada tekrar belirtelim Karia Yolu üzerinde GPS veya Wikiloc gibi cep telefonu uygulamasını hazır bulundurmak önemli.
Yürüyüşlerde işareti kaçırdığınız zaman veya yanlış bir yola girdiğinizi anladığınızda yola devam etmeyip doğada inatlaşmamak en doğrusu. Görsel hafızanız sürekli açık, yol boyunca belli kerterizleriniz olmalı. Zira bu noktalara geri dönmeniz gerekebilir. Emin olun geri dönmek için harcayacağınız zaman yanlış yol üzerinden doğru yola ulaşıncaya kadar sarfedeceğiniz çaba ve zamandan az olacaktır. Orman yolları ve patikalar her zaman kaybolmaya müsaittir, bazı yerlerde telefonlarınız da çekmeyebilir.
Bir anda deniz seviyesi sayılabilecek bir yükseklikten yaklaşık 200 metre yüksekliğe sahip Kızıldağ’a (210 m.) doğru sert bir çıkışa başlıyoruz. Hava sıcak ve gölge yok. Bu 9 km. tahminimizden uzun ve zorlu olacak. Tırmandığımız tepe adına yakışır renge sahip. Taşı, toprağı kızıl. Buraya gelmeden Google Maps’ten rotayı detaylı incelemiş, Hayıtbükü’nden sonra yeşilliklerin yerini ağaçsız kahverengi ve kızıl renk arasında bir coğrafyaya bıraktığını farketmiştik.
Yaklaşık 1 km. süren çıkışımıza sağda küçük bir dere yatağını takip ederek başlıyoruz. Taşların arasından akan suyu göremiyoruz ama sesini duyuyoruz. Burada su kaynağı olduğu anlamına gelmesin çünkü yürüdüğümüz mevsimde akan su muhtemelen kısa bir süre içerisinde kuruyacaktır. Bu sebeple burada su olduğunu söylememiz doğru olmaz. Yukarılara çıktıkça suyun sesi de kendisi de kaybolup gidiyor zaten.
Sert çıkış sırasında sık sık kısa molalar veriyor ve aşağıda Hayıtbükü, Adatepesi ve Adaburnu’nu görmeye başlıyoruz. Yükseldikçe Adatepe’nin arkasında Ovabükü de görülür hale geliyor.
Derin olmayan su yatağını takip ettikçe iç kesimlerine doğru giriyoruz ve coğrafya gözle görülür şekilde değişmeye başlıyor. Kızıl bir ortam, kayalık, bodur dikenli frigana tipi bitki örtüsü her yanımızı sarıyor.
Patika belirgin ancak işaret ve GPS ile sürekli kontrol ediyoruz. Artık yerleşimlerden çıktık ve girilmemesi gereken bir patikaya girip işimizi zorlaştırmak, risk alıp zaman kaybı yaşamak istemiyoruz.
Saat 13:15’te Kızıldağ çıkışının 190 metrelik zirve sayılabilecek noktasına ulaşıyoruz ve arkada Hayıtbükü, Ovabükü taraflarına, bir başka deyişle medeniyete son kez bakıyoruz ve yalnızlığa doğru iniyoruz. Bu da güzel. Hatta zaman zaman daha güzel geldiği zamanlar oldu. Yeterince medeniyetin havasını soluyormuşuz besbelli.
Aşağıda birazdan ineceğimiz Kargılıbük Koyu’nu görüyoruz. Birazdan diyoruz çünkü iniş zaman alacak. Kitapta ölüm vadisi olarak tariflenen kısım burası. Tabii ki ölüm yok ama baton olmadan veya dikkat etmeden inlirse düşüp kendinizi ciddi derecede parçalama ve sakatlama riski var. Tüm Datça parkurlarının belki en dikkat edilmesi gereken bölümü Kızıldağ inişi olsa gerek.
İsmi neden Kargılıbük? Denizin kargı (kamış, saz) çöplerini getirip bıraktığı, sahilde yığınlar şeklinde kargıların bulunduğu bir koy. Muhtemeldir ki bu sebeple Kargılıbük ismi verilmiş.
Dikkkatle aşağı doğru iniyoruz. İşaretlere ve izlere bağlı kalıyor olsak da zaman içersinde bizden önce inmiş olanların izlerini takip etmek çok zor. Patika kaybolmuş ve kaygan hale gelmiş bir zemin oluşmuş, toprak zamanla kaymış.
Sırttan yaptığımız inişin başında patika belirgin olsa da indikçe yüzey daha da çorak hale geliyor ve adım atmak bile zorlaşıyor. Hatta yerimizde durduğumuz zamanlarda olduğumuz yerde kaymaya başlıyoruz. Tabii kaymamızda artık emekliliğe ayrılması gereken ayakkabılarımızn da etkisi var. GPS’e bakarak kendimize kabaca bir yön belirleyerek inmeye çalışıyoruz. Mesafe kısa olsa da iniş yarım saati buluyor.
İndikçe yüksek sayılabilecek, 200 metrenin üzerinde bulunan tepelerin arasındaki vadiye doğru iniyoruz. Doğa burada öylesine heybetli görünüyor (veya biz çok küçük kalıyoruz) ki koşup veya bağırsak bize kızacakmış gibi geliyor.
Tavsiyemiz hangi yöne yürüyor olursanız olun Kızıldağ çıkışı ve inişini çok dikkatle acele etmeden yapın. Burada karanlığa kalmayın, risk almayın. Ölüm yok ama sakatlık riski çok yüksek. Baton çok önemli.
Saat 13:45 civarında yürüyüşümüzün 12.km.sinde Kargılıbük sahilinin iç kısımlarına ulaşıyoruz ve deniz seviyesine herhangi bir sakatlık yaşamadan iniyoruz. Burada işaretler bizi sahile doğru götürüyor. Yürüdüğümüz yön bakımından sorun yok ama Hayıtbükü yönüne yürüyenler bu Kızıldağ çıkışına başlamak için patika girişine dikkat etmeliler. Her patika zirveye çıkmayabilir.
Yukarıdan çok güzel görünen koyun sahili yukarıda da belirttiğimiz gibi kargılar (kamış ve saz) ile dolu.
Taşlı ve bol çalı çırpılı sahilin sonuna kadar yürüyüp sahilin sonunda bulunan patikalara giriyoruz. Yürüdüğümüz dönemde Datça parkurlarına ait işaretler tazelendiği için patika girişlerinde işaretleri rahatlıkla görebiliyoruz. Yine de sahillerden patikalara girişlerde dikkatli olup işaretleri kaçırmamakta fayda var.
Tepelerden ve sahil boyunca yürünen bu kısımda yine kısa bir çıkış ardından Gerence Koyu’na ulaşacağız.
İnce ve uzun Kargılıbük Burnu’nun tepelerinden ancak sahile yakın kısımlardan yürüyoruz. Bu şekilde kısa iniş çıkışların bir süre sonra yorucu olmaya başladığını Datça parkurlarına doğudan, Balıkaşıran’dan ilk girdiğimizde anlamıştık. Her koy birbirinden güzel ancak bir süre sonra ciddi yorgunluk başlıyor. Defalarca inip ve çıkınca yol hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor.
Yürüdüğümüz patika çok belirgin. Alternatif rota yok. Bu yollar Karia Yolu öncesi de Mesudiyeli çobanlar tarafından kullanılan bir yol, Mesudiye’den Batır Kızılbük’e kadar gelirlermiş. Karia Yolu ile şimdi biz doğaseverlere de kısmet oldu buralara gelmek.
Deniz seviyesinden 30-40 metre yükseklikte yürürken aşağıda masmavi denizi de izlemeyi ihmal etmiyoruz.
Sırt boyunca yürüyüp iç kesimlere doğru girdikçe Gerence Koyunu da görmeye başlıyoruz. Sabah karşılaştığımız solo arkadaşı saymazsak, Gerence’ye inmeden tüm yürüyüşümüzün ilk yürüyüş grubu ile karşılaşıyoruz. Dört kişilik bu grup İstanbul’dan geliyor ve hepsi Kadıköy Belediyesi’nde çalışıyor. Bizi Likya Yolu’ndan tanıyorlar hatta ekipten Bülent Çakırer 2016’da Altuğ ile yazışmış bile.
Bu tür karşılaşmalar yolun devamında karşılaşacağımız sürprizleri önceden haber almamızı sağlıyor. Zorluk, kolaylık, yerleşim, su vs. Tabii bizim yolun çoğu bitti azı kaldı dolayısıyla birbirimize telefonlarımızı veriyoruz. Olur da bir sorun yaşarsak birbirimizi arayalım diye. Karia’da bu önemli. Kendilerini Kızıldağ’a çıkış konusunda uyarıyoruz ve yolumuza İstanbul’da görüşmek üzere devam ediyoruz. Dediklerine göre inişler çıkışlar dışında bizi bekleyen belirgin bir zorluk yokmuş.
Sırt boyunca yürümeye devam ediyor ve koya doğru iniş başlıyor. Tabii bu hemen olmuyor. Denizin 20-30 metre yüksekte kıvrılarak sakin sakin iniyoruz. Aşağıda koyu görüyoruz ancak ulaşmak zaman alacak.
Yüksek tepeler arasına sıkışıp kalmış, arkasında çam ağaçları arasında kalmış küçük bir düzlüğü olan Gerence Koyu’na saat 14:45’te ulaşıyoruz. Yürüyüşümüzün 14. km.si ve koyun arkasına bi yere inip sahile ulaşıyoruz. Burada da denizin getirdiği çöpler ve kargılar var.
Sahilde ayaküstü çok kısa bir mola verdikten sonra yürüyüşe devam ediyoruz. Soldaki tepeye doğru çıkarak sırt yürüyüşümüze devam edeceğiz. Sola doğru koyun sonuna kadar yürüyüp tepeye tırmanmamızı gösteren ters “r” şeklindeki kırmızı-beyaz işaretleri koyun en sonunda görüyoruz.
Bu işaretlerin sahile çok yakın olması sebebiyle zamanla silinebileceklerini unutmayıp Karia Yolu’nda GPS veya Wikiloc bulundurmanın çok yararlı olacağını bir kez daha belirtmemiz gerekiyor.
Gerence Koyu’nun sonunda patikaya giriyoruz ve sert bir çıkış ile Gerence Burnu’na tırmandıktan sonra denize yakın kısmlardan yürümeye devam ediyoruz. Çok uzun almayabn çıkışımız tamamlşanıp nispeten daha düz bir yüzey üzerinde yürümeye başlayınca arkamızda Kargılıbük Burnu ve Gerence’ye bizi ulaştıran sırtları ve patikaları karşıdan daha belirgin görüyoruz. Günlerder ne yürüyoruz ama!!!
Batır Kızılbük yaklaşık 1 km. uzaklıkta ancak sabahtan bu yana neredeyse su molaları haricinde mola vermedik. Kendimizi ihmal ettik. Öyle bir yerdeyiz ki ses yok ve her yer sakin. Saat 15:00 civarı ve Domuzçukuru’na hava kararmadan ulaşabileceğimizi düşünüyoruz bu noktadan sonra. Gerece Burnu’nun tepesinde güzel bir geniş manzarada mola veriyoruz.
Yaklaşık 5-10 dakika konuşmadan oturuyoruz. Kısa dialoglar. Daha sonra kurtlanıyoruz ve datça’ya ulaştığımızda ne yapacağımızı konuşuyoruz. Daha doğrusu yapacaklarımızı hayalini kuruyoruz. Datça’yı Altuğ’dan çok daha iyi bilen mehmet onu bir esnaf lokantasına götüreceğini söylüyor. Güzel plan. Yine karnımız doyacak. Zaten Datça’da bir gece kalmadan Marmaris’e dönceğimizden planımızı günübirlik olarak yapmak durumundayız.
Ne manzara var ama!! Burada coğrafyanın rengi gerçekten kızıl. Taşı, toprağı, hele yeşilin olduğu kısımda daha çok göze çarpıyor. Palamutbükü, Ovabükü, Hayıtbükü derken bir anda hiçbirşeyin olmadığı, medeniyetten uzak, cep telefonunun bile yerel olarak çektiği yerlerde yürüyoruz. Keyfimiz yerinde. Mehmet’in telefonundan açtığı Louis Armstrong çok geri planda sakin sakin çalarken ruhumuz dinleniyor. Bir mola herşeyi, tüm modunuzu, ruhsal halinizi, yaşadığınız zamanı değiştiriveriyor. Keyfini çıkarmalı yaşamanın, nefes alıyor olmanın kıymetini bilmeli.
Yaklaşık yarım saat süren molanın ardından yürümeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sırt boyunca devam eden belirgin patika ve işaretler boyunca çok geçmeden ileride Batır Kızılbük Koyu’nu görüyor hatta bizi koya ulaştıracak rotayı da kesitirebiliyoruz.
Kısa iniş çıkışlar ve düz sayılabilecek, zor olmayan bir rotada Batır Kızılbük’ün batısına iniyoruz. Son inişi çam ağaçları arasına yapıyoruz ve koyun biraz arkasına ulaşıyoruz.
Batır Kızılbük sadece Domuzçukuru üzerinden değil, iç kesimlerdeki yerleşimlerden de ulaşılan, Hızırşah ve Mesudiyeliler tarafından balıkçılık ve hayvancılık için de kullanılan bir koy. Geçtiğimiz koylardan farklı olarak daha yeşil ve arkasında daha geniş bir alana yayılmış çam ormanı var. Daha yeşil olmasının sebebi bugün denize akmayan ancak aktif olarak yatağının da bulunduğu Kocadere çayının bulunması. Su doğaya dokununca çevresi hemen yeşeriyor.
Gerence Koyu’ndan 1 km. ileride bulunan Batır Kızılbük’e saat 15:45’te ulaşıyoruz. Yürüyüşümüzün 15. Km.si. Yarım saatlik molamızı düşersek sakin bir tempoda bir arkadaki koy Gerence’den buraya yarım saatte ulaştık diyebiliriz.
Neden batır Kızılbük? Batır, Hızırşah’ın eski adı. Çevrede çok sayıda Kızılbük adı olunca karışmaması için buraya Batır Kızılbük de deniyor. Bazı kaynaklarda Batı yazıyor olsa da doğrusu Batır.
Sahile çıkıyoruz. Her yer sakin. Doğa sakin. Deniz sakin. Bizden önce buraya gelen birileri taşları üstüste koyup babalar yapmış. Ne güzel yapmışlar. Beş dakika kadar sahilde mola veriyoruz. 250 metre uzunluğundaki koyu bir uçtan bir uca sahil boyunca yürüyoruz. Sahilin iç kısımlarında arı kovanları gözümüze çarpıyor.
Koyun en sonuna kadar gelip yerde taşta kırmızı-beyaz işareti görüyoruz ve sola çam ormanı içerisine giriyoruz. Çam ağaçları arasında 20 metre kadar yürüdükten sonra saat 16:00’da yeniden çıkışımız başlıyor. Anlaşılacağı üzere koyun sonunda karşıdaki tepeye dümdüz tırmanmadık çıkışımızı biraz daha içeriden yaptık.
Kalan 3.5-4 km.lik rota parkurun yorucu kısımlarından. Yola Palamutbükü’nden mi başladığımızdan da olacak yorgunluğumuz arttı. Fakat bu böülmde irili ufaklı birkaç koya inip çıkmak da bizi bezdirdi. Altuğ “Artık daha başka koy görmek istemiyorum. Bu kadarı yeterli” bile diyor.
Yürüyüşümüzün son durağı olacak Domuzçukuru’nu saymaz isek rota üzerindeki en büyük koy olan Batır Kızılbük’ün ardından yukarıda da belirttiğimiz üzere çok sayıda koya inip çıkacağız.
Karışıklık yaratmaması için isimsiz koyları tek tek tariflemeye gerek yok çünkü üst üste indik çıktık, 15 dakika sonra bir koya daha ulaştık diye yazacak olursak tek düze bir anlatım olmuş olur. Zaten hiç bir koyda yerleşim yok ve her biri kumsal ve bitki örtüsü bakımından birbirine benziyor.
Batır Kızılbük çıkışında çam ormanı içerisinden başlayan kısa çıkışın ardından yeniden deniz seviyesinin 15-20 metre yukarısında yürüyoruz. Patika çok belirgin. Sağa sola sapmak yok sadece koy girişleri ve çıkışlarında patikayı bulmak önemli. Gerisi size kalmış.
Sahil boyunca kısa iniş ve çıkışlarla devam eden patikalarda yürüyoruz. Patikalarda yürümek kolay olsa da taşlı patikalarda adımlara dikkat etmekte yarar var.
Batır Kızılbük sonrası görseller haricinde yolu detaylı bir şekilde tariflememizi gerektiren bir durum veya uyarı olmadığını söyleyebiliriz. Bodur frigana tipi çalılar arasından devam eden patikada zaman zaman tek tük de olsa çam ağaçları karşımıza çıkıyor. Patika öylesine belirgin ki koy geçişleri sonrası yürüyeceğimiz patikaları da görebiliyoruz.
Girinti şeklindeki bu küçücük koyda içeriye doğru 15-20 metre yürüyerek tekrar patikalara giriyoruz.
1,5-2 metrelik makilikler arasından devam eden patika ve işaretleri takip edince hemen yükseliyoruz ve sahil hattını takip ederek kaldığımız yerden yürümeye devam ediyoruz. Yükseldikçe az önce ardımızda bıraktığımız iki küçük koyu da görebiliyoruz. Birbirlerine çok yakınlar. Yukarıda da yazdığımız üzere aralarında sadece 100 metre mesafe var.
Patikalar üzerinde çok fazla ağaç olmadığından işaretleri genellikle yerdeki taşlarda göreceksiniz.
Burunun tepesine çıktıktan sonra aşağıda bir küçük koy daha görüyoruz. Neredeyse aynı anda ağzımızdan çıkan “Bir koy daha mı?” sorumuz adeta kafa kafaya çarpışıyor.
Koya iniyoruz ancak deniz seviyesine kadar inmeden çarşaklı geçiş yaparak yeni bir burun ve koya doğru yolumuza devam ediyoruz.
İndiğimiz gibi çıkıyoruz. Bu kısımlarda çam ağaçları ve 1-2 metrelik makilikler arasından yürüyoruz. Yaklaşık 500 metre sonra önümüzde Parmak Burnu’nu görüyoruz. Domuzçukuru’na yaklaşmış olmalıyız çünkü bir arkada gördüğümz, 300 metre yükseklikteki Ağabaşı ve Zindan Tepelerini aşmayacağımızı biliyoruz.
GPS’e de baktığımızda Domuzçukuru’nun Parmak Burnu’nun arkasında olduğunu anlıyoruz.
İşaret ve patikaları takip ederek aşağıdaki son koya iniyoruz. Bu koy bu rota üzerinde geçtiğimiz sahiller içerisinde en temiz olanı.
Koyun ortalarında soldaki büyük çam ağacının yanından içeriye giriyoruz. İç kesimlere doğru 50 metre kadar patikadan yürüyüp yeniden tırmanıyoruz. Kısa inişler ve tırmanışlar yormaya devam ediyor.
Arkamıza baktığımızda indiğimiz patikaları görüyoruz. Ağaçlar arasından yürüdüğümüz patika çok belirgin. Sağa sola sapmadan, alternatif yol aramadan yürüyoruz.
Parmak Burnunun arkalarında beyaz bir pastik sandalyenin yanından geçiyoruz. Şaşırıyoruz. Buraya kadar bu tertemiz sandalye neden gelmiş olabilir diye. Sonradan Domuzçukurunda yaşayanlardan öğreneceğiz ki burası bu bölgede cep telefonun tek çektiği noktaymış. Bu yüzden bu sandalyeye telefon kulübesi diyorlar. Parmak Burnunun ardına geçtiğimizde Domuzçukuru koyunu aşağıda görüyoruz.
Çam ağaçlarının arasından sahile doğru iniyoruz ve yürüyüşümüzün 19. km.sinde saat tam 17:00’de Domuzçukuru’na ulaşıyoruz.
Eğer yapabilirsek yerleşip denize gireceğiz. Hava kapalı ama daha kararmadı. Bu kadar yorgunluğun ardından denize girmek iyi gelecek.
İçimizi tarifi zor bir hüzün kaplıyor. Neredeyse 1 hafta boyunca Balıkaşıran’dan başlayarak adım adım Datça sahillerini yürüdük. Günler süren sahil yürüyüşü Domuzçukuru’nda son buluyor. Yarın Datça’ya ulaşmak için iç kısımlara yürüyüp Hızırşah üzerinden Eski Datça’ya ulaşacağız. Bitirip hedefimize ulaştığımıza mı sevinelim, yolun bittiğine mi üzülelim bilemiyoruz.
Burada Datça’ya giden “Kargı” alternatif rotası (doğu) olsa da işaretlemeleri bizim yürüdüğümüz tarihte yapılmamıştı. Aşlama mevkisi üzerinden Hızırşah rotası (kuzey) 2013’te turizme hizmet vermeye başlayan Karia Yolu’nun orjinal rotası. Duyduğumuza göre yakın dönemde bu rota da alternatif olarak eklenecek. Bu rota Eski Datça yerine yürüyüşçüleri Datça merkezine götürecek. Güzel bir alternatif olur.
Domuzçukuru Datça kalkışlı tekne turlarının da uğradığı cennet gibi tertemiz bir sahil. Diğer adı Domuzbükü. Burada Dilek Mağarası da bulunuyor. Tekneler burada da mola veriyor. Burasının belki de pırıl pırıl kalmasının başlıca sebeplerinden birisi de buraya araç ulaşımının olmaması. İki alternatif var. Denizyolu veya tabana kuvvet.
Datça parkurlarının en zor kısımlarından birisi Hayıtbükü-Domuzçukuru rotası. Su ve yerleşim yok. Eğer hava sıcak ve suyunuz kısıtlıysa bu rotayı yürümeden önce bir kez daha düşünün. Çok iyi planlama yapın. Biz eğlenceyi yolun sonuna bırakmışız da haberimiz yokmuş. Ama rehber kitapta yazıldığı gibi “ölüm vadisi” gibi bir tanımlama da yapmıyoruz tabii. Tecrübe ve tedarikliyseniz sorun yok.
Tüm datça parkurlarının en zor kısmı neresi diye sorarsanız Karaköy-Mersincik, Hayıtbükü-Domuzçukuru cevabını verebiliriz.
Domuzçukuru’nda bugün işletilmeyen bir tesis bulunuyor. Zamanında çıplaklar kampı olarak da işletilmiş ama kapanmış gitmiş. Arazi sahipleri birden fazla. Ancak atıl tesisin sahipleri burayı boş bırakmamak ve birilerinin bulunması için burada Musa adında bir arkadaşı görevlendirmişler (Telefonu her zaman çekmeyebiliyor +90-535-327 02 41). Musa çok uzun zamandır burada. Domatesini, biberini ekip biçiyor. Gelir olması için zaman zaman dalıyor balık avlıyor ve Datça’da restoranlara satıyor. Burada yaşıyor. Anlattığına göre Kabak’tan buraya seneler önce göçüp gelmiş.
Yanına çok sayıda arkadaşı gelip gidiyor. Hepsi dilediğince kalıp geri dönüyor. 3 gün kalan da var, 2 ay kalan da. Fakat yürüyüşçülere su konusunda yardımcı oluyor. bahçeye çadır kurduruyor. Yeme içme anlamında herhangi bir satışı yok. Zordaysanız yardımcı olacaktır ancak su haricinde bir hizmet almayacakmışsınız gibi bilmenizde fayda var. Bu sebeple günceler içerisinde Palamutbükü, Ovabükü ve Hızırşah için önemli ikmal noktaları olduğunu belirtiyoruz.
 |
Domuzçukuru'ndaki tabela. Rakamlar doğru. |
 |
Domuzçukuru hatırası. |
Bizden daha önce yürümüş olanlar Musa ve burada yaşayanları gördüklerinde hippi tarzı bir yaşam olduğunu söylüyorlar. Yaşam tarzları olarak hippi gibi görünse de tam hippi gibi değil. Kendi sebzelerini yetiştiriyorlar, geniş arazide bulunan zeytinleri topluyor, zeytin kurup, zeytinyağını çıkartıp satmaya çalışıyorlar. Datça’dan alışveriş yapıyor, yaşamlarını devam ettirebilmek için para kazanmaya çalışıyorlar. Akşam çadırda uyurken sesleri geliyordu ama biz de otelde kalmıyoruz tabii. Onun alanına girmeden koya indiğimiz noktada çam ağaçları altında da kamp atma imkanımız vardı. Biz böyle tercih ettik.
Çayı, kahvesi bulunuyor. Bizden bir para istemedi sağolsun ancak bir miktar para bıraktık. Bahçesine çadırımızı kurduk, çayını, kahvesini içtik. Akşam sohbet ettik. Hat çekmese de telefonlarımızı yarın yürüyüş için şarj ettik. Canımız sıkılmadı. Tek canımızı sıkan yarın yürüyüşümüzün son günü olmasıydı.
Hava bulutlu olsa da denize giriyoruz. Eşyalarımızı kurutup sahildeki sedirde akşam yemeklerimizi yiyiyor, hatta Musaların ikram ettiği Tayland acısı ile yapılmış çiğ köftenin tadına baktık. Mehmet acı yemez ama acıyı seven Altuğ bile yandı bitti kül oldu. Ne acı çiğ köfteydi ama...
İsmini hatırlayamadığımız, sahilde bot bekleyen birisi ile tanışıyoruz. Dediğine göre hayıtbükü’nde kalıyormuş. 1990lı yıllarda bürokrat olarak çalışmış. Bu coğrafyada orman ve SİT arazilerinin nasıl ele geçirilmeye çalışıldığını, uygulanmaya çalışılan prosedürleri bile biliyor. Anlatıyor da anlatıyor. Dinliyoruz da talanın 1980leirn ortasında başlayıp artarak bugünlere kadar geldiğini de anımsamadan geçemiyoruz. Bugün çocukluğumuzun geçtiği Kerpe’de (Kocaeli Karadeniz sahili) özellikle 90ların ortasında önce yol genişlemesi ile başlayan talan bugün tamamı inşaat olan bir zihniyete döndü. Talan bir gecede olmadı. Altyapı bir sonraki dönem için hazırlandı. Kendisini Hayıtbükü’nden bir tekne almaya geliyor ve vedalaşıyoruz.
Burada telefon çekmiyor. Sadece koyun karşısında bir noktada zaman zaman Turkcell nokta olarak gelip gidiyor. SMS ile mesajlaşmak daha doğru olabilir.
Akşamı Domuzçukuru’nda yapıyoruz. Çok huzurlu ve sakin bir ortam. Suyumuzu da doldurduktan sonra yanımızda kalan SON yemekleri de tüketiyoruz. Çantalarımızda sadece iki dilim Etimek ve bir avuç kuruyemiş kaldı. Yarın sabah kahvaltı olacaklar. Öğleden sonra Hızırşah ve Eski Datça. Hoşbulduk medeniyet!!!
Yemek ve su konusunda artık çok tecrübeli olduk. Tüketeceğimiz kadar taşıyoruz. Güzel planlama yapıyoruz. Sonuna kadar da tükeniyor zaten. Daha da önemlisi ne aç ne de susuz kalıyoruz.
Yarın Akyaka’dan başlayıp 10 gün süren Karia Yolu Datça yürüyüşümüz bitiyor. Domuzçukuru son kamplı akşamımız. Canımız sıkılıyor. Her yürüyüş sonunda bir medeniyet oluyor. Alışmak kolay oluyor. karşıdan karşıya geçerken bile sağa sola bakmayı unutacak hale geliyoruz.
Çok keyif aldık. Mutlu olduk. Vücudumuz olmasa da ayaklarımız bir gün Ege’nin serin sularına, bir gün de Akdeniz’e dokundu. Gökova gibi özel bir coğrafyayı adım adım yürüdük. Çocuklarımıza ve günceleri okuyacaklara sadece yazılı değil sözlü olarak anlatacağımız onlarca hatıra ile dönüyoruz evlerimize... Ne mutlu bize.
Hayat düşlerimizdeki kadar güzel ve kusursuz olsa adını hayal koyardık. Hayallerimizi hayatımıza adapte edecek kadar hayalgücü fazlasıyla yetiyor hatta artıyor bile...