2017 Nisan - Datça - 7.GÜN - Mersincik - Murdala - Bükceğiz - Değirmenbükü - Knidos

AT THE BEGINNING: For any detail, you can get in contact directly with us for communication in English. Please do not hesitate to ask for help. (altugsenel@gmail.com).
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
PARKUR DETAYLARI:
Başlangıç: 10:00 (Mersincik)
Bitiş: 19:00 (Knidos)

Toplam mesafe: 18 km.

* Mersincik - Murdala: 4 km.
Murdala - Bükceğiz (Poyraz Limanı): 5 km.
Bükceğiz (Poyraz Limanı) – Değirmenbükü: 4 km.
* Değirmenbükü - Knidos Antik Kenti: 5 km.

Su: Rota üzerinde çeşme veya su kaynağı bulunmuyor. Burada çok iyi su planlaması yapmak gerekiyor. Mersincik'ten çıkarken sularınızı özel mülkte Knidos'a kadar su kaynağı olmadığını bilerek mutlaka tam olarak doldurun ve suyunuzu bolca içerek yola çıkın. Özellikle Mersincik ve Murdala çıkışları sert olduğundan güneşli havalarda su tüketiminiz artacaktır. Tedarikli olmakta fayda var. 

Yol üzerinde çeşme olmasa da Murdala'daki sitelerde yaşayan insanlardan veya site bekçilerinden su istenebilir. Bükceğiz veya Değirmenbükü'nde yerleşim yok.

Karaköy-Mersincik gibi Datça'nın izole parkurlarından biri olduğundan yol üzerindeki insanlardan acil ihtiyaçlarınızı karşılamak için yardım istemekten çekinmeyin.

Knidos'ta da çeşme bulunmuyor ancak balıkçılar veya restorandan su ihtiyacı karşılanabilir.

Yemek ve İkmal: Yol üzerinde yerleşim bulunmadığından bakkal ve market de yok. Knidos'a doğru yürüyenler market alışverişlerini en son birgün önceki Kızlan'da yapmalılar. Karaköy'de yerel işletmeler bulunduğundan acil tedarikler buradan da yapılabilir. Kızlan ve Karaköy bu rotadan bir gün önceki rota olduğundan bu parkuru yürüyeceklerin Knidos'tan bir gün sonra ulaşılan Palamutbükü'ne kadar yeme içme anlamında tedarikli olmaları gerekiyor. Knidos'ta da bakkal/market bulunmuyor.


Knidos'ta sadece bir restoran bulunuyor. Fakat Knidos Restoran (+90-252-726 12 68, +90-531-986- 75 01) bu işletme kısıtlı bütçeli yürüyüşçüler için pahalı olabilir. İşletme balık restoranı olduğundan Datça veya Palamutbükü tarafından gelen müşterilere hizmet veriyor. Fakat su veya ciddi tedarik sorunu yaşadığınız yeme içme ihtiyaçları karşılanabilir. Öncesinde fiyat sormakta fayda var.

Konaklama: Datça'nın izole ve yerleşimlerden uzak rotası. Parkur üzerinde pansiyon veya işletme yok. Araç transferi yoksa çadırsız bu rota yürünmez. Araç transferli gruplar günübirlik olarak Mersincik veya Murdala'ya gelip buradan Knidos'a yürüyebilirler. Konaklama Datça merkez veya Palamutbükü civarında yapılabilir. Rotanın başlangıç noktası olan Mersincik, Murdala'ya minibüs bulunmuyor. Knidos'tan da servis bulunmadığından otostop harici Datça tarafına dönüş imkanı yok. Günübirlik yürüyüş yapacakların yürüyüş öncesi transfer planlamalarını yapmaları gerekiyor.

Su ve yemek sorunu yoksa rota üzerindeki tüm sahillerde kamp yapılabilir.

Parkur Zorluğu: Datça parkurlarını yürüyeceklerin mutlaka yürümelerini önerdiğimiz rota. Parkur yerleşimlerden uzak olduğundan (mesafe kısa olsa bile) su ve yeme içme anlamında tedarikli olmakta büyük fayda var. Ayrıca rotada gölge yok denecek kadar az.

Hava güneşli ise her biri 1-2 km. süren Mersincik ve Murdala çıkışları yürüyenleri yorup bunaltacak kadar sert. Rotanın mesafesi fazla değil dolayısıyla bir günde rahatlıkla tamamlanabilir.

Rota işaretlemeleri gayet iyi sadece Murdala çıkışında site inşaatları sebebiyle işaretler kaybolduğundan patika girişini bulmak sorun olacaktır. Zaman kaybı yaşamamak için Murdala çıkışında GPS desteği almanızı tavsiye ederiz.

Knidos'a 3 km. mesafe kaldığında ulaşılan İskandil Düzlüğünde (Eştengil Ovası) kubbeli sarnıçtan sonra da GPS yardımı almak gerekebilir.

Sarnıcı sağ kolunuza alarak karşıda görünen bulunduğunuz noktanın en yüksek tepesine doğru tarlaların arasından yürüyüp karşınıza çıkacak yıkıntı gibi görünen antik yapının (bugün ağıl gibi kullanılıyor gibi) yukarısından yeniden patikalara giriliyor. İskandil düzlüğü (Eştengil Ovası) ile Knidos arasında zaman kaybı yaşamamak için GPS yardımı alınabilir.

Knidos'a inmeden 200-300 metre kadar soldaki tepenin (Akropol Tepesi) sırtından çarşak ve kayalık geçişi yapılıyor. Burada patika çok belirgin olmadığından MUTLAKA işaretleri takip etmek hatta ihtiyaç duyulursa GPS/Wikiloc desteği almak gerekir. Bu kısımda kendi yolunuzu çizmeyin. Aşağısı sarp olduğundan şartları zorladığınızda bir yerlerde sıkışıp kalıp panik olabilirsiniz. İşaretler veya GPS takip edildiğinde sorun olmayacaktır ama yükseklik korkusu olanların biraz daha temkinli olmaları gerekiyor. Tüm zorluğuna rağmen Datça parkurlarının en güzel manzara ve anlarından birini yaşamadan buralardan ayrılmayın. Burası Türkiye'nin en batı noktalarından. Koca bir yarımadanın en ucuna yürüyerek ulaşıyor olmanın keyfine varın. Zorlu yürüyüşler sonrası bunu hakediyorsunuz.


Parkur Yükselti Grafiği: Daha büyük görsel için resmin üzerine tıklayınız.




7. GÜN ROTASI - Komoot

KNIDOS - DEVEBOYNU FENERİ ROTASI (1 km) - Wikiloc

HAZIRLADIĞIMIZ BLOGDAN HER TÜRLÜ FOTOĞRAF VE PARKURU ÜCRETSİZ İNDİREBİLİRSİNİZ. YANLIZCA FOTOĞRAF VE PARKURLARI MÜMKÜNSE İZİN ALIP VE KAYNAK GÖSTEREREK VERİRSENİZ ÇOK MEMNUN OLURUZ. BU İSTEĞİMİZ TAMAMEN EMEĞİMİZE SAYGI, PAYLAŞIMIMIZ HERKESİN BUYÜRÜYÜŞÜ YAPABİLMESİ AMAÇLIDIR. HER TÜRLÜ SORUNUZU DA YANITLAMAKTAN ÇOK MEMNUN OLURUZ. TEŞEKKÜRLER.  (altugsenel@gmail.com)

YOU'RE ALL WELCOME TO DOWNLOAD GPS ROUTES AND PICTURES FOR FREE. WE REALLY APPRECIATE IF YOU CAN GET A KIND PERMISSION AND PROVIDE THE SOURCE OF THE GPS ROUTE AND PICTURES BEFORE UPLOADING THEM TO YOUR SITE OR USING THEM ANYWHERE ELSE. THANKS IN ADVANCE. (altugsenel@gmail.com)

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Sabah uyanıp erkenden yola çıkmak için hiç acelemiz yok. Yolun zorlu kısmı bitti ve Knidos’a, Datça’nın en batı ucuna 18 km. kaldı. Akyaka’dan başlayan yürüyüşümüzden 1 hafta sonra Knidos’a gün sonunda ulaşmış olacağız.

Heyecanlı mıyız? Çok. Sabah uyanıp çadırda haritayı boydan boya açıyoruz. Koca bir yarımadayı biz baştan bir başa aşmışız. “Vay be baksana. Şuradan taaa buraya”.

3 gün önce neredeydik şimdi neredeyiz. İnsanın kendine güven kazanabilmesi ve gurur duyabilmesi için doğa aktiviteleri en güzel fırsat ve imkanları sunuyor. Bizi buraya kadar işte bu vücudumuz getirdi. Evimiz sırtımızda. Hatta bu yürüyüşten sonra öğrendik ki çok fazla yemeğe de ihtiyacımız yok. Suyumuzun olması bile çoğu zaman yeterli geldi. Yürüdükçe çok farklı tecrübeler kazanıyoruz. Koca yolları 10 sefer de yürümüş olsak bile atılan her yeni adım yepyeni bir tecrübe. Bildiğimiz doğrular yepyeni öğretilerle pekişiyor hatta güncelleniyor. Yolda fiziksel izler aynı olsa da herkesin yolunun farklı olmasının sebeplerinden birisi de bu.

Acelemiz yok. Sabah Altuğ erken kalkıyor. Cep telefonu burada çok iyi çekmese de tek bir nokta ile görüşebildiği kadar görüşüp kalan kısmını SMS ile hallediyor.  İntrenet bırakın 3G'yi E bile yok. Mehmet çadırda. Biraz daha uyumak ister. Dün akşamdan (Kızlan) uykusuz kalmıştı tabii. Hoşgörü göstermek lazım.


Çadırımızı sahil tam sazlıkların kenarına kurduk. Hem ara yol üzerinde hem de özel mülk arazisi olduğundan araç geçmesi mümkün değildi.

Saat 06:00’da ayaklanan Altuğ denizde vakit geçiriyor. Ardımızda bıraktığımız 6 günün yol notlarını düzenlerken çadırımızı kurduğumuz portakal bahçesinden aldığı 2 portakal ile sabah kahvaltısını deniz kenarında yapıyor.

Buraları tariflemek kolay değil. Datça’nın kuzey kıyıları yerleşime kapalı. Çoğunluğu orman ve ekili alanlar. Kendimizi çoğu zaman herşeyden o kadar uzak hissettik ki çok zaman yol bitmesin istedik. Hani çocuklukta oyuna kim başlayacağını belirlemek için “aldım verdim ben seni yendim” yapılırdı. Karşıkinin hamlesini anlamak için yarım adım atılır, kısa kısa ilerlenirdi. Burada da benzeri bir durum var sonlara doğru yol bitsin istemiyoruz. İki gün sonra henüz sezonu açmamış bomboş bir Palamutbükü’ne ulaştığımızda bomboş sahilleri ve sokakları ile orası bile bize medeniyet gibi gelecek.

Sakin sakin toparlanıyoruz. Çadır ve çantalarımızı toparlanıp yürüyüşe saat 10:00’da hazır hale geliyoruz. Bu arada çiftliğin kahyası Özgür de ilerideki kulübede bahçede çalışmaya hazırlık yaparken sularımızı bu kulübede dolduruyoruz.


Özel mülkün sahilinde bulunan sundurma altında toplanan zeytinlerin kuruluyor. Sularımızı burada dolduruyor, Özgür'e (sağda çizmeli olan) teşekkür ediyoruz.

Yola çıkacakların sularının dolu çıkmalarında yarar var. Knidos’a kadar çeşme yok. Murdala’da sadece inşaat halinde veya bitmiş sitelerde yaşayanlar veya güvenliklerinden su isteyebilirsiniz. Eğer Mersincik’ten çıkarken sularınız az ise çok dert etmeyin Murdala’da karşılaşacağınız insanlardan su isteyebiliriniz. Ama mutlaka su isteyin. Önemli!!!

Aslında Knidos’ta da su yok ama restoran veya balıkçılardan su temin edilebiliyor. Knidos’ta birileri mutlaka olur susuz kalmazsınız.

Sahilden eve doğru geri yürüyoruz. Mersincikten devam eden kırmızı-beyaz işaretli yol evin hemen girişinde yukarıda görünen su deposunun yanında. Su deposuna doğru giden patikayı takip etmek yeterli. İşaretler de belirgin zaten.



Sahilden eve doğru geri yürüyoruz. Patikalar evin girişinden başlıyor. Yürüyecekler illa ki bu sahile girmek zorunda değiller.


Evin girişinden Murdala'ya doğru giden patikalara giriyoruz. Girişte işaretler görülebiliyor.


Yol yükselerek Mersincik’teki özel mülkün portakal ve zeytin bahçelerinin yukarısından batıya doğru sahile paralel devam ediyor.



Yol belirgin bir patika fakat ilkbaharın coşkusu yolu kapatsa da emin adımlarla Murdala’ya doğru yürüyoruz. En fazla 1 saat sonra Murdala’da olmayı hedefliyoruz.



Geniş sayılabilecek patikadan zeytinliğin sonuna kadar yürüyoruz. Mersincik koyu arkamızda kalıyor. Bu geniş koya son bir kez daha bakıyoruz. Özel mülk olmasını zaman zaman sorguluyor olsak da farklı bir açıdan bakılıp imara açıldığında günümüz şartlarında güzelim koyun ne hale gelebileceğini hayal edememek çok da zor değil. Bunu birazdan Mersincik’in batısındaki diğer bir koy Murdala’da göreceğiz.


Patikalar bir sırta doğru çıkıyor ve sahile paralele devam ediyor.


Dün geldiğimiz sahil rotası (Karaköy-mersincik) yükseldikçe görülebiliyor. Zeytinliğin diğer tarafından özel mülke yaklaşık 1-1.5 km. "U" çizerek yürünüyor.  


Fazla yükselmeden sırttan belirgin bir patika boyunca yürünüyor.


Arkamıza bakıyoruz. İşaretler solumuzdaki kayalar üzerinde görülebiliyor.


Sırttan yürümeye devam ediyoruz.


Mersincik sahiline paralel yürüyoruz.


Çıkış henüz başlamadı.


Sağa sola sapmadan kafamız karışmadan zeytinliğe kadar yürüyoruz.


Mersincik ve koca sahildeki tek özel mülk.


Zeytinliğe ulaşıyoruz.


Hava durumunu veriyoruz: Sıcak olacak.


Sahile paralel yürüdük. Mersinciğin batısından sahile bakıyoruz.


Zeytinliğin arkasından yürümeye devam ediyoruz. Bittiği yerde patikalara gireceğiz.


Sabah serinliği ve gölge olsa da hava sıcak olacağını belli ediyor. Bu rota yeterince gölgesiz.


Mersincik’in sırtlarından yürüyüşümüz 600-700 metre kadar sürüyor ve patikanın daralıp, zeytinliğin bittiği noktada karşımızda yerdeki taşta “X” işareti ve sağa dönüp makiliğe girmemizi gösteren “r” işaretini görüyoruz. Zeytinliğin içerisinen 15 metre kadar yürüdükten sonra makiliğe giriyoruz.



Buraya kadar yaptığımız hafif çıkış makiliğe girmemiz ile son buluyor ve 1 km.lik sert bir çıkış başlıyor. 30 metre seviyelerinden 230 metrelere yükseliyoruz. Patika ve işaretler çok belirgin. Yolun başındaki bu sert çıkış bize “neler oluyor” dedirtiyor. Tabii bunda sıcağın da etkisi var. Burası kuytu bir nokta rüzgar da almadığı için durgun havada tepemizde güneş bir anda bunaltıyor.


Patika belirgin ve zeytinliğin en sonuna kadar yürüyoruz.


Zeytinliğin sonu. "r" işaretinden sağa giriyoruz. Patika da bitiyor zaten.


Yerdeki taşta da "X" işareti var zaten.


Zeytinliği geçer geçmez işareti yeniden görüyoruz ve makiliğe giriyoruz.


Makilik girişi sık ve dar. İleriye doğru genişleyecek.


Bodur sayılabilecek çalıların sıklaştırdığı dar patikalardan 


Sert çıkış başlıyor.


İlerledikçe patika belirgin hale geldi.


Gölge mi? Hemen kısa bir mola.


Mersincik-Murdala arasında tam doğanın ortasındayız.


Çıkışımız devam ediyor.


Mersincik'e yukarıdan bakıyoruz.


Makilik ve sonlara doğru sandal ağaçları arasından yaptığımız sert çıkış son bulur bulmaz Murdala sahilini görmeye başlıyoruz. Murdala’ya tahminimizden daha çabukk ulaşacağız gibi gözüküyor. İniş direk olarak sahile doğru. Bir gün önce Kızlan-Karaköy arası böyle olmamıştı. Dümdüz Karaköy’e ineriz derken inişimiz 3-4 saat sürmüştü.



Bazı haritalarda Akçalı Limanı olarak adı geçen, Murdala Gökova Koyu içerisinde kuzeye açık geniş bir koy. Sahilinde ekili alanlar ve ağaçlıklar görülüyor.



Yukarıdan 11:15 gibi başladığımız inişimiz aşağıdaki toprak yola yaklaşık yarım saat sürüyor. İniş sırasında zaman zaman dik hale gelen patika ve işaretler belirgin, makilikler arasında yürüdüğümüzden zaman zaman manzara da gözükmüyor. İniş her zaman daha dikkat gerektiriyor.


Adım Adım Karia Yolu


Gel bakalım Mehmet daha yukarıya gel. Çıkış sert hale geldi.


Sıcak ve rüzgar olmayınca çıkış çekilmiyor.


Yavaş yavaş ilerliyoruz. Acelemiz yok.


Çıkışımız tamamlanmak üzere. Mersincik'e son kez bakıyoruz.


Çıkışımız tamamlandı ve bel geçişi yapıyoruz.


İşaretler yerlerdeki taşlarda veya büyük ağaçların üzerinde görülebiliyor.


Bel geçişi ile Murdala tarafına doğru iniş başlıyor. Az da olda gölgeden yürümek ilaç gibi geliyor.


Henüz bir manzara da yok.


Tüm yürüyenlere selam olsun...


Sandal Ağaçları


Arkamıza son kez bakıyoruz. Mersincik sahili görünmüyor ama Karaköy'e doğru çok güzel bir manzara var.


Bel geçişi


Sandal Ağaçları koridoru


Bel geçişi tamamlandı. Murdala'ya doğru iniş başlıyor.


Datça'nın Ege parkurları yeterince yanlız hissetmenizi sağlayacak. 


Aşağıda Murdala Koyu karşıda Kos adası görünüyor. Knidos ve Kos. Yazıda kısmen anlatmaya çalıştık ama Afrodit Heykeli ile ilgili hikayelerini okumanızı tavsiye ederiz.


Murdala Koyu (Akçalı Limanı). Sahili güzel ama arkalara doğru yapılaşmalar göze çarpıyor.


Murdala'yı seyrediyoruz.


Fazla seyre dalmadan inişe başlıyoruz.


İnişin başlangıcı da sert ve zaman zaman dik. Ama tehlikeli değil.


Baton önemli. Sert çıkış ve inişler sırasında çok işe yarıyor. Hele sırttınızda yük varsa.


Hızlı ineceğiz ama dik olduğu için hızlanamıyoruz.


Tepenin aşağısında görünen açık alana ineceğiz. 


Patika belirgin. Kaybolma ihtimali de yok.


Çalıların boyu 1.5 metre civarı. Çevreyi görebiliyoruz.


İniş devam ediyor.


Yukarıdan gördüğümüz açık alana ulaşıyoruz.


Yukarıdan geldiğimiz makilik patikasının çıkışı. Yerde işaret görülüyor.


Açık alana çıkar çıkmaz sahile doğru yürüyoruz. Bu zeytin ağacına yakın bir noktadan tekrar patikaya girerek deniz seviyesine ineceğiz. Bu zeytin ağacının sağından.


Açık alanın sağında, zeytin ağacının hemen yanında, patika girişi ve işareti görüyoruz.


Açık alanı ardımızda bıraktık.


İşaret ve patikalar çok belirgin.


Yola iniyoruz. İndikten sonra sahile doğru sağa yürüyeceğiz.


Toprak yola inip sola içerilere doğru (sahile doğru değil) yürümeye başlıyoruz. Yaklaşık 500 metre sonra Datça’nın yüksek olmayan yemyeşil tepeleri arasına sıkışıp kalmış Murdala’ya ulaşıyoruz. Burada yeni inşa edilmiş ve edilmekte olan evler var. 4 km. geride kalan Mersincik ile karşılaştırıldığında tek benzer yanının coğrafya olduğu Murdala’da her yer yakın zamanda evlerle dolup taşacak gibi görünüyor.



Sağda geçtiğimiz tel örgülü ilk sitenin bitiminde yoldan daha fazla içeriye doğru düz devam etmiyoruz. Sağa sahile doğru inen geniş toprak yola giriyoruz ve sahile paralel devam eden yoldan Murdala’nın batı sahiline doğru ilerliyoruz.

Saptıktan sonra yolun başında sahile ve sitelere giden sağlı sollu yollar var ama biz sağa sola girmeden dümdüz yürüyoruz.


Toprak yola indik. Sağa saptık. Sahile doğru ilerliyoruz.


Murdala'nın ardındaki sitelere ulaşıyoruz. Buradaki evlerin tümü yeni ve çoğu halen inşa halinde. Sağdaki bu sitelerin tel örgülerini geçtikten sonra daha içerilere yürümeden sağa sapacağız.


Sağa döndük. Sahil sağımızda dümdüz yürüyoruz. Murdala'da sahile çıkılmadan yola devam ediliyor.


Yeni konutlar. Su ihtiyaçları site görevlileri veya yaşayanlardan karşılanabilir.


Murdala içerisinde bir dörtyol ağzı. Sağ taraf sahile gidiyor ama yol düz devam ediyor.


Murdala Sahili. Bu kadar yakınız. Sahile kamp atılabilir.


Murdala’da bakkal ve market yok ancak site görevilileri hatta yürüdüğümüz tarihte az da olsa oturan insanlar var. Su ve çok acil ihtiyaçlar rica ederek temin edilebilir.

Sitelerin arasından geçiyoruz. Çevrede inşaat, matkap ve kerestelere çakılan çivi sesi dışında başka bir ses yok.

Yolun hemen başındaki sert çıkış bizi yoruyor. Kısa bir su molası için büyük bir pırnal ağacının altında mola veriyoruz. Az yürüdük ama sert çıkış ve iniş bizi gereğinden fazla terletti. Tabii bunun başlıca sebebi havanın esmiyor olması. Bu mevsimde böyle bir sıcak varsa yazın ortasındaki sıcağı hayal edemiyor insan.

Ağacın altında 10 dakika kadar öylece hiçbirşey yapmadan oturuyoruz. Çok uzun yolumuz yok ama sularımızı Knidos’a kadar idareli kullanmak zorundayız. Bu rotada çeşme veya herhengi bir su kaynağı yok. Yeteceğini düşündüğümüzden Murdala’da su takviyesi yapma gereği duymadık. Ancak su tüketimi fazla olanların burada MUTLAKA su takviyesi yapmalarını tavsiye ederiz. Knidos’a kadar bırakın çeşmeyi yerleşim bile yok.

Murdala’dan çıktıktan sonra rotanın en karışıklık yaşanabilecek kısmına ulaşıyoruz. Murdala çıkışında GPS veya Wikiloc kullanmak gerekiyor. Eğer sonradan yenilenmemişse işareti bulabilmek için çok uğraşmanız, GPS olmadan bulursanız gerçekten şanslı olmanız gerekiyor.

Büyük Meşe ağacının altında verdiğimiz mola sonrası yürümeye devam ediyoruz. Murdala'dan çıkıyoruz.


Sahilde tek tük de olsa yerel insanların evleri var.


Murdala'dan çıkış. İşaret ve yollar belirgin ama birazdan GPS yardımı almak durumunda kalacağız. takipte kalın!!

Bunun sebebi yolu işaretleyenler değil inşaat çalışmaları sebebiyle üzerinde yürüdüğümüz toprak yolun genişletilip işaret ve Bükceğiz’e giden patika girişinin görünmez hale gelmiş olması.

Murdala’da siteleri geçtikten sonra karşınıza çıkan ilk yol ayrımında soldan yürüdükten sonra ikinci yol ayrımında da sola devam ederek yukarıya doğru yürümek gerekiyor. Genişletilmiş yol da buradan sonra karşımıza çıkıyor. Karşıda görünen düzlenmiş sırta kadar yürümüyoruz. Bu kısım önemli.

Yol karşıda görünen traşlanmış sırta doğru gayet geniş bir şekilde gidiyor. Başlangıçta yoldan çıktığımızın farkında değiliz. Karşımıza istinat duvarı için hazırlanmış ipler çıkınca birşeylerin karışmaya başlayıp rotadan ayrıldığımızı anlıyoruz ve GPS yardımı ile gireceğimiz yolu bulmamız gerektiğinin farkına varıyoruz. Etrafta görünen bir giriş yok bu sebeple cep telefonu veya GPS burada önemli. Hatta burada inşaat ve yol çalışmaları tamamlandığında giriş iyiden iyiye kapanmış olabilir.

GPS’e göre patika yolun solunda kalmış gibi görünüyor. Yol hafriyatı, ağaç köklerinin atıldığı bir noktadan makilikler içerisine girip bildiğimiz klasik sistemle birbirimize seslenerek patikayı ve içerilerde kalan işaretleri buluyoruz. “İşaret!!! Buldum. Gel!!!”

Murdala’da siteleri geçtikten sonra GPS/Wikiloc desteği alınması gerektiğini bozuk plak gibi tekrar hatırlatalım ve yolumuza devam edelim.

Yoldan yürümeye devam ediyoruz. Birazdan yol ayrımları başlayacak.


İlk yol ayrımı. SOLDAN DEVAM. Sağ taraf sahile doğru gider.


Burası da ikinci ayrım. Burada da SOLA giriyoruz. Bu sefer ana yoldan ayrılıyoruz tabii. Karşıdaki düzlenmiş yamaca doğru yürümüyoruz.


Yol bizi bizden sonra yürüyeceklerin site olrak karşılarında görecekleri bir yere çıkartıyor. Yol bitti. İşaretler yok. Burada GPS kullanıyoruz. Tarif gerçekten zor.


Yol burası değil. Geri dönüyoruz.


Geriye döndük. Geri dönerken sağdaki büyük ağaç kökünün yanından patika ve işaretleri arayacağız. 


Görüldüğü üzere yol yeni açıldığı için patika girişi ve işaret görünmüyor bile.


Bu kısımda GPS şart. Kabaca tariflemek gerekirse sağdaki sürülmüş yamaca ulaştığınızda patika solunuzda kalıyor ve tam karşınızda duran tepeye doğru çıkıyor.


Anlaşılacağı üzere buradaki yeni konut çalışmaları sebebiyle ortalık talan olmuş durumda.


Patikayı ve işaretleri bulduk. Yeniden tırmanmaya başladık.


Murdala'dan ayrılıyoruz.Burası birkaç seneye çok sayıda evle dolacak gibi.


Olmamız gereken yollara, patikalara girdik.

Hava esmiyor ve iyiden iyiye sıcak oldu. Hele dikenli makilikler arasında kafamıza güneşi de yiyip mola verecek bir yer de olmayınca ne konuşacak hal kalıyor ne de gülüp eğlenecek bir ortam. Sabah Mersincik-Murdala arasındaki sert bir çıkışa benzer bir geçişi Murdala-Bükceğiz arasında yapıyoruz. Aslında bize göre zorlu geçiler değil ama hava sıcak ve esinti olmayınca insan bunalıveriyor.

Çıkış sırasında aşağıda Murdala’ya bakıyoruz. Siteler iç kısımda kaldığından sahildeki tek kulübe görünüyor. Sahil bakir gibi görünse de Knidos tarafından gelecekler için gerçekle aşağı indikten sonra karşılaşılacak.

Çıktıkça patika daha belirgin hale geliyor. Başlanıçtaki sert çıkış daha insaflı hale geliyor. Kendimize geliyor, yeniden hayaller ve sohbetlerle yürümeye başlıyoruz. Bugünkü hayalimizden biri Knidos’ta gün batımı. Datça’ya gelecekler Knidos’ta güneşin batışını mutlaka görmeliler.

Deniz seviyesinden yaklaşık 30 metre ile başlayan çıkışımız 250 metre seviyesine kadar çıkıyor.

İşaretleri yerlerde görebiliyoruz.


Patikalar belirgin. Kafaların karışmasına gerek yok. Burada tek sorun Murdala çıkışında bu patikalara girmekte.


Sert bir çıkış daha başlıyor


Murdala sahiline buradan bakıldığında hiç yapılaşma görülmüyor. Ters yönden yürüyecekler için sürpriz olacak.
Murdala sahili. Karşıda görünen burun Mersincik Adası.



Neyse ki bu tepeye kadar çıkmadan sırtlardan Bükceğiz'e ineceğiz.


Sert çıkış tamamlandı. Solumuzdaki tepenin sırtlarından belirgin patika boyunca ilerliyoruz.


Mehmet baton kullanmıyorsa anlayın ki yol düzdür

Murdala’nın güneybatısındaki tepenin kuzey sırtından yaptığımız 1.5 km.lik sert çıkış sonrası bel geçişinin ardından Bükceğiz’e doğru inmeye başlıyoruz. Aşağıda ekili bir arazi ve toprak yol görüyoruz.

1 km.lik iniş çok uzun sürmüyor. 15 dakika içerisinde aşağıdaki yola ulaşıyoruz. Yola ulaşmadan hemen önce sağımızda badem ağaçlarının bulunduğu arazinin yanından geçiyoruz.

Sıcağı ve çileyi unuttuk açıldık artık. Mesafe konusunda yine kendimizi kaybedip bir 30 km. daha gideriz ama bugün rotamız kısa. Knidos’ta bitecek. Biraz da bacaklarımız bayram etsin.

Arkada Mersincik Adası görülüyor.


Sırttan yürümeye devam ediyoruz.


Sırt boyunca kısa iniş çıkışlar olsada bu kısım genel olarak düz.


Sandal ağaçları burada da var


Murdala'ya oldukça yüksek bir noktadan bakıyoruz.


Bu kısımlarda işarete de gerek yok. Patika çok belirgin.


Sandal ağaçları arasından yürümeye devam ediyoruz.


Sırt geçişi sert çıkış sonrası keyifli geliyor.


Murdala sahili ve Mersincik Adası


Tepelerden yürüyor olmak mutluluk veriyor. Yarım saat önce yürüdüğümüz yerleri buralardan kuşbakışı görebiliyoruz.


İnce uzun yollar


Murdala'ya son kez baktığımız bölümler


Karşıda görünen bele doğru ilerliyoruz.


Her yanımız makilik


Bu kısımlarda hızlanıyoruz


Güneş hızımızı arttırmamızı engelliyor.


Murdala ve Mersincik Adası^nı son gördüğümüz nokta. Ver elini Bükceğiz!!!


Bel geçişine yaklaşıyoruz.


Bel geçişini yapıyoruz ve buradan sonra iniş başlıyor.


Bükceğiz mevkisine doğru iniş başlıyor.


Yol üzerinde işaretleri de görebiliyoruz.


Aşağıda görünen düzlüklere doğru ineceğiz.


Adım adım iniyoruz. Bir de sıcak olmasa daha iyi olacak.


Ne güzel bir coğrafya...


Aşağıdaki düzlüklere ulaşıyoruz.


Patikalar bizi bir toprak yola bağlıyor.


Bükceğiz sahili buradan görülmese de çok daha ileride Değirmenbükü sahili görülebiliyor.

Toprak yola çok zor olmayan bir patikadan hızlıca indik. Yola adım atmaz sağa doğru (batıya) dönüyoruz ve Bükceğiz’e doğru ilerliyoruz. Toprak yola çıktıktan sonra Bükceğiz’e 2 km. kalmış oluyor. Bugün hedeflerimiz mesafe olarak kısa.

Yolda yürürken solda badem ağaçlarının bulunduğu araziyi geçtikten yolun sola döndüğü yerde (yola çıktıktan yaklaşık 1 km sonra) elimizdeki GPS kayıtlarının sağdaki zeytinlik içerisine girdiğini görüyoruz.

Elimizdeki GPS verileri orjinal Karia Yolu kayıtları. Başka bir veriyi kullanmak istemiyoruz ki yürürken orjinal rotayı takip edip bizden sonrakilere doğru rotayı gösterelim.

Karia Yolu 2013 yılında alternatif turizime açıldığında Karia Yolu’nu hayata geçiren Altay ve Yunus’tan email ile gelen rota GPS dosyalarını kullanıyoruz. Sadece yürümek değil rotanın özüne de bağlı kalmalıyız.

Zeytinliğe girdiğimizde bahçenin sürülüp temizlenmiş olması sebebiyle işaretler kayboluyor hatta zeytinliğin sonunda GPS izleri tamamen 2 metrelik dikenli çalıların içerisine doğru giriyor. Yürümenin imkanı yok. İkimiz birden daha fazla şartları zorlamadan Altuğ yola geri dönüyor ve işaretlerin yol üzerinde olup olmadığını kontrol ediyor. Klasik sistemi kullanacağız.

Altuğ sanki zeytinliğe hiç girmemiş gibi toprak yolan aşağı doğru yürümeye devam ediyor ve 200 metre sonra yol üzerinde kırmızı-beyaz işareti görüyor ve geri dönüp Mehmet’e sesleniyor. “Heyyyy. Hoooop. Emmoğlu!!! İşaret burada!!! Yoldan devam ediyormuş”

Muhtemeldir ki Bükceğiz’e yaklaşık 1 km. kala zeytinlik ve Bükceğiz Burunu üzerinden Bükceğiz’e inen ilk rota bahçenin bakımı ve çalılar sebebiyle kapanmış gibi görünüyor (zaten işaretler de yok) ve 2016-17 yılında Datça rotalarının işaretlemesi sırasında yoldan devam ettirilmiş. Wikiloc üzerindeki dosyada düzeltme yapmadık ki buradaki düzeltmeyi unutmayalım diye. Dosyayı kullananlar bahçeye girdiğimizi ve çıktığımızı görsünler diye.

İşin özeti; toprak yoldan Bükceğiz'e sahiline kadar yürümeye devam.

Yol ayrımı. Toprak yol bir ayrıma ulaşıyor. Sağa saparak sahile doğru yürümek gerekiyor. 


Sağa döndük ve Bükceğiz'e giden toprak yoldan yürüyoruz.


Solumuzda geniş sayılabilecek badem ağaçlarının bulunduğu düzlükler var.


Bükceğiz'e fazla yol kalmadı. Bugünün ikinci hedefini de tamamlamak üzereyiz. 


Yürüdüğümüz bu bölüm vadi gibi Bükceğiz'e doğru iniyor. 


Yaşasın gölge!!!!


Güneş altında yürümek gerçekten yorucu. Hele Akdeniz'de yürüyorsanız.


Yol yürüyüşçüler için düz gibi göürnse de buraya araç ile gelmek isteyenler hem araçlarına hem de kendilerine eziyet edebilirler.


GPS'te kayıtlı orjinal işaretler bizi Bükceğiz'e 1 km. kala sağdaki zeytinliğe sokuyor. Fakat sonradan yenilenmiş işaretler zeytinliğe girmeden yoldan yürütüyor. Zeytinlik rotası Karia Yolu ilk yapıldığında varmış ama artık yok!!! Burada işaret olmadığı için GPS'i takip ettik.


Zeytinlikte hiç işaret ve patika göremiyoruz. Tamamen GPS'i takip ediyoruz. Yanlış yoldayız zaten...


Bir zeytinlikten diğerine geçtik. İyice çalılık olmaya başlıyor daha ilerisi. Yol da yok. Altuğ burada geri dönüyor ve toprak yolu kontrol edecek.


Yolun ilerisinde işareti bulduk ve toprak yoldan hiç birşey olmamış gibi yürümeye devam ediyoruz. Zeytinliğe hiç girmemiş olmamız gerekiyordu.


Yürürken sağa sola bakmak lazım. Kaya oluşumları, manzaralar. Altuğ hiç boş durmaz.

Yürüyecekler sağdaki zeytinliğe girmeden toprak yoldan yürümeye devam edecekler. Zaten vermiş olduğumuz GPS verileri de bizden sonrakileri de yoldan yürütüyor. Endişeniz olmasın. Yol sağa sola sapmadan Bükceğiz sahiline kadar gidiyor. "Bunlar girmiş" diyerek Zeytinlik içerisinde ve sonrasında hiç yol aramayın çile çekmeyin. Biz biraz da yol hatırası şeklinde de anlatmaya çalışıyoruz yaşadıklarımızı.

Murdala’dan gelip toprak yola inip sağa döndükten sonra 2 km. zeytinlik ve badem bahçelerinin bulunduğu bir vadi içerisinden yürüyor, yürüyüşümüzün 9. Km.sinde saat 14:00’te Bükceğiz’e ulaşıyoruz. Bükceğiz’in bir diğer adı da Poyraz Limanı.

Bükceğiz sahilinde özel arazi olduğu belli olan bir düzlük var. Düzlük ve tarla içerisinde küçük bir taş kulübe var. Buradaki küçük tarlanın içerisine yapılmış, yerel birilerinin gelip gittiği belki de teknecilere de hizmet veren, sahilinde küçük bir barbekünün bulunduğu bir kulübe gibi de görünüyor. Kulübede yaşayan kimse gözükmese de bir yaşam belirtisi var. Bahçesi yeterince düzenli.

Sahile ulaştığımızda sahilde büyük bir meşe ağacının altında araç, motorlar ve insanları görüyoruz. Yanlarına gidip merhaba diyerek Değirmenbükü öncesi kısa bir mola vermeye karar veriyoruz.

Vadi içerisinden sahile doğru yaklaşıyoruz. Önümüz açılıyor.


Bükceğiz girişinde soldaki ev. Burası halen kullılıyor gibi. Yazın teknecilere hizmet veriyor olabilir.


Yolu bile var. Biz sahile doğru yürüyoruz tabii. Eve doğru gitmiyoruz.


Bükceğiz'e ulaşıyoruz. Sahilde kamp yapan birileri var. "Merhaba" diyeceğiz.


Evin bahçesi de bayağı büyükmüş.


Saat 14:00. Bükceğiz'deyiz. Diğer adı ile Poyraz Limanı.

Yol sadece yürümek değil. Yolun değeri gördüklerimizle sohbet edip “merhaba” diyerek ortaya çıkıyor. İyi veya kötü yeni ve yerel insanlar tanıyoruz. Bugün her geçtiğimiz çok yerde çayını-kahvesini içebileceğimiz arkadaşlarımız var. Bir yeri tanımanın en güzel yollarından biri yereli ve ziyaretçisi ile sohbet. Yereli size dağını taşını anlatır, ziyaretçisinden göremediklerinizi anlatır. Bir kelime bile kafanızda bir ışık yakar. O anlamazsınız ama ayrılıp yürümeye başladığınızda kafanızdaki düşünceler çorbasına tuz oluverir. İnternet veya başka bloglarda yazılanlara çok fazla takılıp aldırış etmeden gidip anı yaşıyoruz. Yol bizim yolumuz... Patikalar ve izler aynı olsa da atılan adımların gerek patikada gerekse ruhunuzda bıraktığı izler farklıdır.

Arabaları ve motorları ile gelen gruba “merhaba” demek için yanlarına gittiğimizde tüm grubun birbirini bir internet forumu üzerinden tanıdığını öğreniyoruz. “Mayıs tatili uzun olunca hepsi Türkiye’nin dört bir yanından ülkenin tam bir ucuna gelmişler. Biri Malatya’dan diğeri Ankara, bir diğeri İzmir. Liste uzar gider. Sadece 3 gün için buradalar. Sağlık bir yana, ruhunuz genç olunca yaşın bir önemi gerçekten yok. Bizler onlara şaşırırken onlar da bize bu sıcakta nasıl yürüdüğümüzü, Akyaka’dan buraya kadar yürüyerek nasıl geldiğimiz konusunda şaşkınlık yaşıyorlar. Hepimizin biribirinden öğreneceği o kadar çok şey var ki...

Eğlenceli grup Datça’dan getirdikleri 1 kasa çileği yerken bizi de davet ediyorlar ve hem sohbet edip hem de çilek yiyiyoruz. Grupta bir de Datça’lı yaşlı bir balıkçı var. Teknesi koyda bağlı. Koya ağını atmış ne çıkarsa grubun rızkı oluyor. Yoksa kamp için yemekleri hazır. Taze balık ekstra.

Çilek sonrası buz gibi bira ikram ediyorlar. Yürüyüşler sırasında alkol almamaya çalışıyoruz ama şu an öylesine güzel bir ortam var ki rededersek pişman olacağımızdan eminiz. Tecrübe ile alakalı bir durum olsa gerek ne zaman pişman olup olmayacağımızı da anlıyoruz.

Yerleşimlerden izole (Datça merkez bile yaklaşık 30 km. uzakta) Bükceğiz’de ağacın altında esen sakin bir rüzgar, hiç bir medeniyet belirtisi yok. İkram edilen bir birayı paylaşmamak olmazdı. Tabii rahat duramadık ve 1 bira sohbetin sonunda 3 bira oldu. Pişman değiliz aksine çok mutluyuz.

Öğle yemeğimizi çilek ve bira olarak tercih edip, hatıra fotoğraflarının ardından saat 14:00’te ulaştığımız Bükceğiz’den saat 15:00’te ayrılıyoruz. Hedefimiz 3 km. ilerideki Ege denizinin son koylarından meşhur İskandil Burnunun arkasında bulunan Değirmenbükü.

Dayanamadık. Afiyet oldu. Buz gibi öylesine güzel geldi ki...


Bükceğiz karşılaştığımız, Türkiye'nin dört bir yanından üç günlüğüne gelmiş arkadaş grubu.


Bükceğiz hatırası


Motorlu araçla geliyorsanız Bükceğiz'de üç gün kamp yapılır. Araç olduğu için ikmal Datça'dan yapılıyor.


Güzel insanlarla vedalaştık. Hedef Değirmenbükü.

Sahilin sonuna doğru yürüyüp az önce üzerinde bulunduğumuz patikaya giriyoruz. Küçükbaş hayvanlara ait ağılın bulunduğu Değirmenbükü’ne kadar kafa karıştıran bir yol ayrımı yok. Bodur makilikler arasından kısa iniş ve çıkışlarla sahil boyunca yürünüyor. Patika ve işaretler belirgin.

Patikalar başlangıçta araç genişliği kadar geniş ve belirgin. 300 metre kadar boyunca hafif bir tırmanış ile böyle bir yoldan yürüdükten sonra yukarıda bir açıklığa ulaşıyoruz. İş makinası ile açıldığı belli olan bu düzlükten sonra dar patikalara giriyoruz.

Sahile ulaştığımız yola geri dönüyoruz ve yolun bittiği noktada sahile paralel devam eden patikaya giriyoruz.


Bükceğiz'e ulaştığımız toprak yol


Bükceğiz (Poyraz Limanı) ve Bükceğiz Burnu


Sahile paralel iş makinası ile açılmış geniş patikadan yürüyoruz.


Bükceğiz'e tepeden bakmaya başlıyoruz.


Bükceğiz'in arkasında da kumsal var. Kamp için güzel fakat su yok. Dikkat!!!


Tırmanıyor olduğumuza bakmayın. Deniz seviyesinden fazla yükselmeden yürüyeceğiz.

En fazla bu kadar yükseliyoruz. Buradan Bükceğiz sahili, Bükceğiz Burnu ve ince uzun Kızılağaç Adası görülüyor.


İş makinasının ulaştığı son noktaya kadar yürüdük. sahilden devam eden keçi yollarına giriyoruz. Bu geniş gibi görünen alanda sahile paralel sağa aşağıya doğru inmemiz gerekiyor.


Gölgeiz, dar patikalardan sahil boyunca yürüyoruz. Neyse ki denizden gelen hafif esinti rahatlatıyor.

Hafif esen rüzgardan ötürü şans yüzümüze gülüyor. Neredeyse hiç gölgenin olmadığı Mersincik-Murdala-Knidos rotasında güneşin altında esintisiz bir havada yürümüş olsak muhtemelen çok zorlanırdık.

Patikaya girdikten sonra solumuzdaki tepenin sırtlarından sert olmayan bir tırmanış yaparak yürüyoruz ve 500 metre içerisinde deniz seviyesinden 100 metre yükseliyoruz.

Arkamıza baktığımızda Bükceğiz (Poyraz Limanı), Bükceğiz Burnu ve Kızılağaç Adası’nı görüyoruz. Sağda aşağıda mavi ve turkuaz renkli yazarak veya sözle tarifinin zor olduğu deniz var. Bakmaya doyamıyoruz.

Denizin dibinde 100 metrelere yükseldik ancak bu noktada ilerlememiz çok uzun sürmüyor (200-300 m.). Bu kısımda zorlu olmayan kısa, inişli-çıkışlı, kayalık sırt geçişi yapıyoruz.

Sırt geçişlerinin ardından turkuaz sahile Değirmenbükü’ne doğru inişimiz başlıyor. Makiliklerden çıkıp zeytinlikler içerisinden geçmeye başladığımızda Değirmenbükü’ne yaklaştığımızı anlıyoruz.

Tam hayal ettiğimiz gibi. Patikalar sahil boyunca devam ediyor.


Bitki örtüsü de bodur makilik. Sağımızı solumuzu tüm manzarayı seyretmemize olanak tanıyor.


Patikalar dar ama belirgin. İşaretler de var.


Arkamıza bakıyoruz. Bükceğiz sahili, burunu ve Kızılağaç Adasını daha belirgin görebiliyoruz.


Ardımızda bıraktığımız patikamız ve manzaramız


Şuradan bir kanatlanıp uçsak???


Yürümeye devam.


Daha fazla yükselmek yok. En fazla bu seviyelerde yürünüyor.


Kısa ve derin olmayan bir vadi geçişi yapıyoruz.


Kayalık olduğuna bakmayın o kadar zorlu değil.


Rota çok güzel ama su yok.


Vadi geçişinin ardından karşıdaki tepenin sırtından yürümek için kısa bir kayalık inişi yapıyoruz. Karşıdaki tepenin ardına geçtiğimizde Değirmenbükü'ne ineceğiz zaten.


Sırtta patika görülebiliyor. Yeteri kadar yükseldik.


Arkamıza bakıyoruz ve yaptığımız kayalık inişi görüyoruz. Zor değil.


Alabildiğine manzara. Alabildiğine hayal kurabilmek var bu rotada.


Bükceğiz-Değirmenbükü arası sırt geçişlerini tamamladık. Bodur bir makilik ve ilerisinde bir zeytinliğe ulaşıyoruz.


Sağda yaptığımız kısa vadi ve kayalık geçişi daha net görüyoruz. 


Bu düzlükte Bükceğiz ve Kızılağaç Adasına son kez bakıyoruz.


Zeytinlik içerisinden kısa bir geçiş. Genelde zeytinlerin altındaki çalıları açarlar ama buradaki zeytinler bakım görmemiş. Yürüdükçe zeytin bakımını da öğrendik.

Zeytinlik sonrası çok derin olmayan bir vadi içerisinden (patika ve işaretler belirgin) Değirmenbükü sahilinin arkasındaki badem ağaçlarının bulunduğu düzlükleri görmeye başlıyoruz.

Direk olarak düzlüklere inmeden sağa doğru kıvrılan patika ve işaretleri takip ederek sağımızdaki tepenin sırtlarından solumuzda aşağıda kalan badem ağaçlarının tepesinden yürüyoruz. Bir süre sonra da patika bizi Değirmenbükü sahiline giden toprak yola indiriyor.

Kuru dere yatağını sağınıza alıp sağa denize doğru toprak yoldan yürümeye başlıyoruz ve saat 16:00’da yürüyüşümüzün 12. km.sinde Değirmenbükü'ne ulaşıyoruz.

Sahile 200 metre kala yol ayrımından sola sapıp sahili sağımıza alıp denize paralel yürüyoruz. Burada tam köşede bir taş olsa da zamanla ortadan kaybolabilir. Olur da sahile gidilirse yol biter zaten. Bu bölümler tamamen tarla zaten. Burada sahile kadar uulaşmadan sola sapmak ve araç yolunu takip etmek önemli.

Değiermenbükü derken aklınıza yerleşimin olduğu bir sahil gelmesin. Buralarda yıkıntı halinde betonarme binadan başka hiçbirşey yok. İç kısımlar badem ağaçları sahiller tarla. İşte bu kadar bakir ve izole bir rotada yürüyoruz. Sadece bizler varız ve az ileride karşılaşacağımız koyun ve keçiler. Bizlerden başka kimseler yok ortada.

Etrafı hayranlıkla seyrediyoruz. Knidos 5-6 km. uzakta ama etrafta Knidos gözükmüyor.

Zeytinlik içerisinden derin olmayan bir vadiye daha giriyoruz. Bu vadi bizi Değiermenbükü'ne indirecek.


Vadi içerisinden iniş kolay. İşaretler de var.


Henüz sahili göremiyoruz.


Batonlar zaman zaman beklediğimizden daha fazla işimize yarıyor. Sert iniş ve çıkışlarda adım atarken batondan destek almak çok önemli


İşaretler yeterince belirgin


Aşağıda görünen, zeytinlik ve badem ağaçlarının bulunduğu düzlüğe doğru iniyoruz.


İniş sırasında kaymamak için dikkat gerektiren bölümler var.


Aşağıdaki düzlüklere ulaşıyoruz.


Aşağıdaki badem ağaçlarının arasına inmeden tarlanın arkasından sırttan yürüyoruz. Sağdaki ağacın üzerinde gölgede işaret görülebiliyor.


Sırttan iniyoruz ve yola doğru yürüyoruz. Burada işaretler olsa da yol görülebiliyor. Sadece fotoğrafta görülmüyor.


İndiğimiz vadi ve sırt geçişi arkada kalıyor. Soldaki örülü taşların üzerinde işaret görülebiliyor.


Kuru dere yatağı üzerinden geçip yola çıkıyoruz. Sağa sapıyoruz ve sahile doğru yürüyoruz.


Sağa saparak kuru dere yatağını sağımıza alıyoruz. Henüz sahili göremiyoruz.


Değiermenbükü mevkisine ulaşıyoruz. Bu kısım uzun bir süre böyle bir toprak yoldan yürünüyor. Patika yok.


Geniş düzlükleri arkamızda bırakıyoruz.


Gölgede kısa bir soluklanma molası veriyoruz ve bu bölümlerde sahili görmeye başlıyoruz.


ÖNEMLİ!!!! Yol ayrımı. Sahile kadar yürümeden sola giriyoruz. Köşedeki taşın üzerinde işaret var ama çok küçük olduğu için olur da bir kepçe geçer, tarla çit ile çevrilirse ortadan kaybolabilir. Burayı kaçırıp sahile kadar gidilirse yol bitiyor zaten.


Sola saptık ve sahile paralel yürüyoruz.


Sahildeki teve kullanılmayan ev. Değirmenbükünde başka bir yapı da göremedik zaten.


Okaliptüs ağaçlarının serin gölgesinde yürümek. Paha biçilemez. İşaretler yerde görünen taşın üzerinde

Değirmenbükü sahiline paralel devam eden toprak yoldan dümdüz yaklaşık 1.5 km. yürüyoruz. Knidos henüz kendisini göstermemiş olsa da burada karşımıza kemerli yapılar ve çeşitli kalıntılar çıkıyor.

Kalıntıları geçer geçmez bir yola ayrımına ulaşıyoruz. Sağa saparak sahil hattını takip etmeye devam ediyoruz. İşaretler var ama sola içeriye sapmıyoruz. Bu yol yaklaşık 5-6 km. sonra Yazıköy’e ulaşıyor. Yürüyeceklerin acil bir durum için aklında olsun zira buraya kadar hiçbir yerleşim veya su kaynağı olmadığına dikkat etmişsinizdir. Datça pakurlarının geneli böyle. Patikalar kolay olsa da taşıdıklarınız ve tüketiminizi kontrollü yapmak durumundasınız. Susuzluk ve gerektiğinde açlığınızı kontrol edebilmek gerekiyor. Biliyorsunuz ki 20-30 km boyunca yerleşim olmadığından zaman zaman kendinizle psikolojik savaş yaşıyorsunuz. Uzun mesafelerde ister yürüyün ister koşun bunu yaşamak çok normal. İşte insan kendisini ve bünyesini buralarda tanıyor ve dizginlemeye çalışıyor. Karnınız acıktığında karşınızda bir büfe veya susadığınızda gürül gürül akan bir çeşme yok.

Sağa sahile doğru saptıktan sonra toprak yoldan yürümeye devam ediyoruz. Deniz seviyesinin biraz yukarısında yürüyoruz. Aşağıda sahilde özgürce otlayan koyunları ve arı kovanlarını görüyoruz.Muhtemelen burayı kullanan köyülüler Yazıköy’de yaşıyorlar. Bularda ömür uzar. Tüm yürüyüşümüz boyunca Datça’nın kuzey sahillerinin daha bakir olduğunu söyleyebiliriz. Bunun bir sebebi de Gökova’nın sert iklimi ve rüzgarları. Dataça merkez, Palamutbükü ve Knidos gibi birçoğumuzun bildiği yerleşim ve antik yerleşimler yarımadanın iklim olarak daha sakin olan güneyine kurulmuş.

Okaliptüslerin gölgesinden yürüyoruz. Hava esmiyor. Sıcak...

Kalıntılara kadar yoldan yürüyoruz. 

Sahildeki düzlüklerde hayvanlarını otlatan köylüleri görüyoruz.

Yolun solunda kalıntılar görüyoruz

Yoldan çıkıp kalıntıları yakından inceleyeceğiz sonra tekrar yoldan yürümeye devam.

Kemer tavanlı yapılar

ÖNAMLİ!!! Kalıntıları geçtikten hemen sonra yol ayrımına ulaşıyoruz. Sağa denize doğru yürümek gerekiyor!!!! Sola sapılırsa 5-6 km. sonra Yazıköy'e ulaşılır.

Sağa saptık. Yürümeye devam.

Sağa saptık. Yol ayrımından önceki kemerli yapı arkamızda kalıyor.

Sahile doğru yürümeye devam ediyoruz. Aşağıda geniş düzlükler var. Burası bize Likya Yolu üzerinde Sarıbelen-Gökçeören arasındaki geniş düzlükleri anımsatıyor. O düzlüklere de biraz daha tepeden bakmıştık.

Yol yürümeye devam ediyoruz. Görüleceği üzere Değirmenbükü mevkisinde patika yok.

Düzlükleri arkamızda bıraktık. Sahile yaklaştık.

Çok kısa bir süre sonra sarı Karia Yolu tabelasına ulaşıyoruz. Bu tabela tüm yürüyüşlerimiz boyunca karşımıza çıkmış en güzel noktadaki yol tabela. Bizim geçişimiz sırasında KNIDOS olan tabela asılıydı ancak sonra bu yolu yürüyen arkadaşlardan duyduumuz kadarıyla KNIDOS yazısı düşmüş ve yerde direğe dayalı olarak duruyormuş.

Bu tabelada kısa bir fotoğraf molasından sonra Değirmenbükü’nü ardımızda bırakıp yeniden sahile paralel patikalara giriyoruz. Patikalar geniş ve kafalar karışmadan denizin dibinden yürüyoruz. Bulunduğumuz ortamı nasıl ifade edebiliriz? Çok güzel. Kalanı yürüyeceklere sürpriz olsun.

En güzel yol tabelası. Rotanın en batı ucuna ulaşmamıza az kaldı. Rakamlar doğru. Karia'nın tabelalarında yazan rakamlar çoğunlukla doğru.

Tabela sonrası yoldan çıkıp patikalara giriyoruz.

En güzel tabelada fotoğraf çektirmeden olmaz.

Sahil hemen dibimizde. Bu arada kayaların üzerinde de horasanlı yapılar görüyoruz.

Sahil boyunca yürümeye başlıyoruz. Akyaka'dan başladığımız yürüyüşümüzün Ege'deki son sahili burası. Değirmenbükü.

Güneş tepemizde ama sahilda olduğumuz için güzel bir esinti var.

Yine de sıcak ama. Olsun. Knidos'a ulaşacak olmamızın heyecanı var.

Yürürken ne hayaller kurulur böylesine güzel rotada. Kendinizle başbaşa kalıyorsunuz.

Sahilden boyunca yürüyoruz ama aradan böyle bir düzlükten geçiyoruz. Ne güzel bir coğrafyadır burası... Patika ve işaretler belirgin. Sağa sola sapmak yok. Bu düzlükler Knidos'un tarım alanları olarak kullanılıyormuş.

Bu kadar yol yürüdük ayaklarımızı denize bile sokmadık. GPS der ki:

- Birazdan sizi sahilden ayırıp içerilere İskandil Düzlüğüne (Eştengil Ovası) doğru götüreceğim. Ege sahillerine veda edin.

GPS’in sesini dinliyoruz ve ne olursa olsun kadim Ege sahillerine bir göz ucu bakışı, salt bir fotoğraf ile veda etmememiz gerektiğini düşünüyoruz. Çantaları çıkartıp denize yuvarlak taşlı cennet gibi sahilde denize giriyoruz. Tabii tamamen girmiyoruz. Hava esiyor ve deniz soğuk. Daha yolumuz var ve kaslarımızın soğumasını istemiyoruz.

Denizde çocuklar gibi eğleniyoruz. Öylece suyun içerisinde dikiliyoruz ama o kadar güzel geliyor ki. Hatta eğlenceye ve ortamın büyüsüne kapılıp gelen denizin ayakkabılarımızı götürmeye çalıştığını bile farkedemiyoruz.

- Heeeyyy gidiyor ayakkabılar çoraplar.

- Koş koş yakala!!!

Neyseki ayakkabıları tamamen ıslatmadan yakalıyoruz. Buradan sonra Knidos’a parmak arası terliklerle yürümek hiç kolay olmazdı ya neyse...

Saat 17:00’de Değirmenbükü’nden ayrılıyoruz ve İskandil düzlüğüne doğru yürümeye başlıyoruz.

Düzlükten yeniden sahil boyunca yürüyeceğimiz patikalara giriyoruz.

Hedef Değirmenbükü'nün ilerisindeki Ege'nin son sahili. Burası da Değirmenbükü'nün devamı olan Barkas Koyu.

Değirmenbükü'nün devamı, Ege'nin son sahili olan Barkas'a ulaşıyoruz.

Buradan Kızılağaç Adası, Bükceğiz ve Değirmenbükü görülüyor.

Deniz dibimizde. Bol bol fotoğraf ve video çekiyoruz. İleride Damlaca Burnu görülüyor.

Yollar boyunca ege'ye böyle tepeden bakıp durduk. Artık sabrımız kalmadı denize girme konusunda.

Yol üzerinde bir kuyu var ama kuru. Akmıyor. Dayanamayıp bu sahilde Ege'nin serin sularına ayaklarımızı sokmaya karar veriyoruz.

Knidos öncesi "Ege'ye veda" molası

Ege Hatırası

Yol işaretleri bve doyumsuz Gökova'ya veda zamanı. Büyülü bir coğrafya. Halikarnas Balıkçısı'nın dediği gibi; "Roma'yı gör de öl, Gökova'yı gör de yaşa!!!"

Sahilin sonuna kadar yürüyüp yeniden patikalara giriyoruz. Patikalar hemen solda yukarı doğru İskandil Düzlüğüne doğru gidiyor.

Sahilden içerilere hafif bir çıkışla giriyoruz.

Sahilin sonunda patika hafif bir tırmanış ile içerilere doğru girmeye başlıyor. Patika bizi Barkas Koyu'nu ikiye bölen kayalığın tepesinden İskandil düzlüğüne doğru götürüyor. Yükseldikçe sağda aşağıda Damlaca Burnu’nun yanındaki (muhtemelen Barkas'ın devamı) başka bir sahili görüyoruz.

İçerilere doğru yükselerek giriyoruz. Asırlık zeytin ağaçlarını geçip önce patikanın bizi götürdüğü yere ardından GPS’e baktığımızda tam karşımızda görünen bele (aşıt) doğru yürüdüğümüzü anlıyoruz. Sanıyoruz ki Knidos arkada ama durum öyle değil tabii. Belin ardında ne olduğunu merak ediyoruz. Bele çıkış sert ve zorlu değil.

Beli geçmek çok uzun sürmüyor ve çıkışı tamamladığımızda arkada geniş bir ekili düzlüğe ulaşıyoruz. Bu mevkinin adı İskandil Düzlüğü. Yerel adı ile Eştengil Ovası. Datça’nın hatta Türkiye’nin en batı uçlarından biri olan İskandil Burnu bu düzlüğün 2,5 km ilerisinde. Bu kadar sahil manzarasına alışmışken iç kesimlerde böyle bir düzlüğe ulaşmak ilginç geliyor. Bu düzlük Knidos'un tarım alanı olarak da kullanılmış.

Batıya doğru ilerliyoruz. Yol üzerinde bazı duvar veya yapı kalıntıları görüyoruz.


Patika ve işaretler belirgin


İleride Damlaca Burnuna doğru yaklaşıyoruz.


Damlaca Burnunun hemen dibindeki Barkas Koyu'nun devamı olan sahili görüyoruz. Ege'nin son kıyıları.


Barkas sahili ve Damlaca Burnu. Sahile inmeden içerilere doğru yürüyoruz.


Karşıda görünen, güneşin parladığı bele doğru hafif bir çıkış yaparak ilerliyoruz. Rota zor değil.


Sahilin kenarından karşıda görünen kısa bir sırt geçişi yapıyoruz. Arkada Mersincik, Kızılağaç Adası ve Bükceğiz görülüyor.


Ege sahillerine son kez bakıyoruz.


Bel geçişine doğru sert olmayan bir çıkış yapıyoruz.


Rotanın bu kısımları daha insaflı davranıyor bize. Patika gayet rahat.


Yükseldikçe sahilden içerilere doğru girmeye başlıyoruz.


Zeytinliğe ulaşıyoruz.


İşaretler yolumuzun üzerinde.


Zeytin ağaçları da oldukça yaşlı.


Kadim Zeytin Ağacı. Doğada geçen koca bir ömür.


Gölgeleri bile güzel. Şurada oturup dinlenecekler bizim için de dokunsun bu kadim ağaçlara.


Bele çıkışımız devam ediyor.


Knidos bu tepenin ardında. Tabii varmamız biraz daha uzun ve zaman alacak.


Ege ve Gökova sahillerini son kez görüyoruz.


İskandil düzlüğüne doğru kalıntılar karşımıza çıkmaya başlıyor


Bel geçişi.


Yazıda belirttiğimiz İskandil düzlüğünün en yüksek tepesi burası. düzlükte yapacağımız tarifte belirttiğimiz en yüksek tepe burası. Knidos da bu tepenin ardında.


İskandil Düzlüğü'ne ulaşıyoruz. Diğer adı ile Eştengil Ovası.


BU FOTOĞRAFA İYİ BAKIN!!! Kalıntılar arasından düzlüğe iniyoruz. Bu düzlüğe indikten sonra bu fotoğrafta solda karşıda görünen beli geçerek Knidos'a ineceğiz.

Muhtemelen Knidos’a ait bazı kemerli antik yapıların yanından geçiyoruz. Patika bizi düzlüğe doğru indiriyor ve tarlaların yanından devam eden patikayı takip ederek bir süre sonra görmeye başlayacağımız kubbeli antik sarnıca doğru ilerliyoruz.

Burada patika belirgin olsa da yürünecek mevsim itibariyle patikalar belli olmayabilir. Burada yapılması gereken ekili alanları solunuza alarak kemerli antik yapının önünden geçerek tarlalara doğru inmek ve tarlalar yine solda kalacak şekilde kubbeli sarnıca doğru yürümek.

Sarnıç daha önce Ege ve Likya’da gördüklerimize benzer mimaride inşa edilmiş. Suyu durgun ve içilmiyor.

Kemerli yapının yanından düzlüğe doğru iniyoruz.

Kemerli yapıyı arkamıza alıp çektiğimiz bu fotoğraf ÖNEMLİ!!! 

Kalıntıları geçiyoruz.

Patikayı takip ederek İskandil Düzlüğüne doğru iniyoruz. İnip sarnıca ulaştıktan sonra düzlüğün karşı tarafından fotoğrafın solundaki bele doğru yürüyeceğiz.


İskandil Hatırası

İskandil Düzlüğü


Düzlüğün ortasında duran yalnız zeytin ağacı. 100 yaşından fazladır.

Artık varalım Knidos'a

Bitmeyen yollar beraberinde hatıra fotoğraflarını getiriyor. Bunlar hep can sıkıntısından oluyor.

Sola bel geçişine doğru yürümeye bu sarnıca ulaştıktan sonra başlayacağız.

Ege ve Akdeniz coğrafyasında çok sık görmeye alıştığımız kubbeli sarnıçlar. Suyu içilmiyor.

Kalıntıları geçip patikadan düzlüğe indikten sonra bu sarnıca ulaşılıyor. Ardından sola saparak bel geçişi ve Knidos'a doğru yürünüyor.

Sarnıçın bulunduğu nokta önemli zira tarlalardan dolayı işaret ve patika belirgin değil. GPS/Wikiloc yardımı almak iyi olur ki biz burada yürüyeceğimiz yönü belirlerken faydasını çok gördük. Sarnıçtan sonra yönümüzü güneybatıya doğru çeviriyoruz ve Knidos’a doğru yürümeye başlıyoruz.

Sarnıcı arkamıza alıp karşıda görünen çok yüksek tepeye (göreceğiniz en yüksek tepe) doğru tarlaların arasından yürümeye başlıyoruz. Burada yürüyeceğini yönün tayini önemli. Knidos bu tepenin ardında bulunuyor ama biraz daha yolumuz var.

Tarlalar arasından yürüken karşımıza kuyular ve bidonları çıksa da suyunun içilip içilmediğinden emin değiliz. İçi temiz değilse tablet veya filtrasyon pipeti olmadan kullanmamanızı tavsiye ederiz.

Karşıda görünen tepenin yamacına doğru yaklaşırken karşımıza bir antik yapı daha çıkıyor. Sanki ağıl amaçlı restorasyon görmüş gibi görünen bu yapının arkasından geçtikten sonra işaret ve patikaları buluyoruz.

Ardımıza dönüp baktığımızda aşağıda kalmaya başlayan düzlükte işaretleri neden göremediğimizi daha iyi anlıyoruz zira boya yapılabilecek ne taş var ne de ağaç. İskandil Düzlüğünde doğru yöne yürüdüğünüzden emin olun. Bu önemli. Zaman kaybetmeyin ve olmayacak rotalara girmeyin. Birazdan manzara ve yürüyeceğimiz yerlerde bunu fotoğraf ve tariflerle daha net anlayabilirsiniz. Hatta fotoğraflarda geçişi yapacağınız beli gösteri tariflemeye çalıştık.

Eski yapının 20-30 metre arkasında patika ve işaretleri bulmamız zor olmuyor. Tabii önemli, olan sarnıçtan buraya ulaşabilmek.

Sarnıçtan sola döndük bu kuyunun yanından geçiyoruz. Suyu kullanılıyor gibi olsa da biraz bulanık. Knidos'a kadar idare edilebiliyorsa iyi olur.

Sağda İskandil Burnunun bulunduğu tepe ve deniz görülüyor.

Bele doğru yürüyoruz.

Yıkık bir ağıla ulaşıyoruz. Bu ağıl kalıntılardan inşa edilmiş veya kalıntılar ağıla dönüştürülmüş.

Ağılın arkasına doğru geçiyoruz. Buralarda işaret ve patikalar biraz kafa karıştırabiliyor.

Düzlüğün karşısına geçtik. Sarnıcı buradan görüyoruz hatta yukarısında kilise türü başka bir kalıntı daha var.

İskandil Düzlüğüne ulaştığımız bel ve kemerli yapının karşıdan görünüşü.

Ağılın arkasından patikaya giriyoruz.

Patikaya girdik. İlk gölgede kısa bir mola vereceğiz.

Güneş yavaş yavaş iniyor. Günün sonuna yaklaşıyoruz. Ege ile Akdeniz’i birleştiren İskandil mevkisi öylesine huzurlu ki yaşlı ve kuru ağaçların dibinde kısa bir su ve dinlenme molası veriyoruz. Buraya kadar bir gün önce yürüdüğümüz Kızlan-Mersincik ile Mersincik-Knidos rotalrı Datça’nın kendimizle başbaşa kalıp, adımlarımızın ruhumuzu yönettiği, yerleşimlerden uzak ve izole rotası. Buraları tekrar tekrar yürüsek yine de ilkgün hevesi ile yürürüz. Harika parkurlar ama MUTLAKA tecrübe gerektiriyor. Günübirlik yürüyüşlerde sorun yok ama doğa yürüyüşlerine İLK defa bu parkurlardan başlamayın. Doğada tecrübe çok önemli.

Knidos ile Datça arası kötü mü? Hayır ama yerleşim daha fazla ve benzer izole ortamı burası kadar bulamayacaksınız.

Patika bizi bir bel geçişine doğru yönlendiriyor ve geçitte ilk olarak Knidos’un en batı noktası olan Tekir Burnu ve Deveboynu Feneri’ni görüyoruz. Ne heyecan ama!!! Datça’ya gelenler için bile ulaşımı zahmetli olsa da Dorlardan bu yana aktif olarak kullanılmış, stratejik ve ticari olarak tarihler boyunca önemini kaybetmemiş şehire doğru iniyoruz.

Deveboynu Feneri’ni gördüğümüz bel geçişinde sapsarı keçiboğanlar arasından devam eden belirgin patikadan yürüyor olsak da kısa bir süre sonra solumuzdaki tepenin çarşak ve kayalık kısımlarından geçiyor olacağız. Buralarda dikkatli olmak gerekiyor.

Kısa mola sonrası belirgin patikadan yürümeye devam ediliyor. İskandil Düzlüğünü geçtikten sonra işaretlere çok dikkat etmenizi tavsiye ediyoruz çünkü bel geçişinin ardından patika oldukça belirsiz, dar ve sarp hale geliyor. Kendi patikanızı oluşturmaya çalışırsanız özellikle 200-300 metrelik aşıt kısımında ciddi sorunlar yaşayabilirsiniz. Yapılan sırt geçişleri sırasında işaret ve GPS izlerinden ayrılmamak için azami özeni gösterin.

Mola bitti. Son durak Knidos.


İşaretler yol üzerinde görülebiliyor.


Solda kaya üzerinde de belirgin işaretler var. Buradan sonra işaret ve patikaları daha dikkatli takip etmek gerekiyor. Keçilerin patikalarına aldanmayın sakın. İşaret önemli!!! 


İskandil düzlüğüne ilk girdiğimizde karşıda görüp tarif ettiğimiz bel geçişini yapıyoruz.


Bel geçişi sonrası Akdeniz'i müjdeleyen Deveboynu Feneri ve Tilos Adası oluyor.


Bel geçişini tamamladık. Bodur makiliklerin arasından inişe başlıyoruz.


Bel geçişinden sonra manzaramız Akdeniz. Patikayı takip ediyoruz.

Deveboynu Feneri’ni gördükten sonra solumuzdaki tepenin yamaçlarından inişe başlıyoruz. Burada bazı noktalarda patikayı görmek zor olsa da işaretleri takip etmek çok önemli. Aşağısı oldukça dik ve yükseklik korkusu olanların dikkatli olmaları gerekiyor. Bir sorun yok ama sağ taraf gereğinden fazla dik görünüyor. Bunu bir hayati tehlike sebebiyle yazmıyoruz ama özellikle yükseklik korkusu olanların Likya Yolu üzerinde Alınca-Ge/Sidyma rotasındaki Gartarası inişine benzer uyarılarını sıklıkla duyduğumuz için burada birkaç sefer vurgulamak istedik. Yapılmayacak gibi değil, aksine tamamladığınızda çok mutlu olacaksınız.

GPS’e bakmasak da zaman zaman işaretleri kaçırıyoruz veya göremiyoruz. Birbirimizle konuşarak önümüzdeki veya ilerideki işareti gördüğümüzü haber vererek yürüyoruz. Risk almamak için GPS’ten de yardım alıyoruz. Fotoğraflardan da görüleceği üzere çarşak ve kayalık geçişlerin olduğu bir sırttan yürüyüp, kendimizi kilitleyip paniğe yol açacak bir noktaya gelmemeye çalışıyoruz. Atlaya zıplaya, ine çıka, işaretleri kaçırmamaya çalışarak yaklaşık 200-300 metre kadar dikkatli bir şekilde yürüyoruz.

Patika devam ediyor gibi görünüyor olsa da kendimizce “yol burası” desek bir anda yol bitiyor. Bu yüzden işaretleri göremediğimiz noktada hemen birbirimize ses veriyoruz ve GPS yardımını alıyoruz.

Her ne kadar böyle dikkatli olunması gerektiğini uzun uzun anlatıyor olsak da Datça parkurlarının en etkileyici ve akılda kalacak kısımlarından birisini yürüyoruz. Hangi yöne doğru olursa olsun bu kısmı mutlaka yürümenizi tavsiye ediyoruz. Doğa ve tarihin size sunduğu sürprizlere adım adım tanık oluyorsunuz.

Feneri görüyoruz ama Knidos hala ortada yok. Sırt geçişi sırasında sağda aşağıda harika bir koy ve arkasındaki makilik gözümüze çarpıyor. Bulunduğumuz konum ve bakış açımız itibariyle Kelebekler Vadisi ve Kabak Koyu’nu anımsatıyor. Tabii bir farkı var burada yerleşim yok. Bakir bir koy.

Yol belirgin ancak bir süre sonra soldaki tepenin sırtından yürümeye başladığımızda kafalar karışacak. Bu tepenin adı Akropol Tepesi.


Bir saatte Ege'den Akdeniz'e geçiyoruz.


Rodos Feribotu. Önde Tilos arkada Nisiros Adaları (Yunanistan'a bağlı).


Buradan sonra DİKKAT!!!! Patikalar sona eriyor ve çok eğimli ve tehlikeli olmayan bir çarşak geçidi yapıyoruz.


Tam solda yazıda da tariflediğimiz İskandil Düzlüğüne ulaşıldığında görünen en yüksek tepe. Tırmanmadan bu tepenin sırtlarından yürüyeceğiz.


DİKKAT!!! Tam batıya bakıyoruz. Aşağısı anlaşılacağı üzere derin bir vadi. Karşıda Knidos ile yıllar boyunca ticari ve dostluk anlamında birbirine komşuluk yapmış Kos Adası var. Bu iki ada birbirine Praksiteles'in Aphrodithe Heykelleri ile bağlanmış. Knidos Çıplak Aphrodithe, Kos, Giyinik Aphrodithe ile biliniyor. 


DİKKAT!!! Akropol Tepesinin sırt geçişini dikkatle yapıyoruz. Patikalar dar. İşaretleri göremeyebiliyoruz. GPS önemli. Burada kendi yolunuzu çizmeyin.


DİKKAT!!! Aşağıda Kelebekler Vadisine benzeyen bir vadi var. Bu geçiş fotoğraftan da görülüp anlaşılacağı üzere dikkatli olunmasını gerektiriyor.

Deniz seviyesinin 100 metre yukarılarında yaptığımız sırt geçişi inişe başladığımız anda patika yeniden belirgin hale geliyor. Adım adım yürüdükçe önce Knidos’un limanlarını görüyor, hemen ardından aşağıda Knidos’u görmeye başlıyoruz.

Altuğ Mehmet’e sesleniyor:

- Gel Mehmet gel!!! Manzara’ya bak.

Bizler yürüdük sizler okudunuz. Hepimiz cefa çektik. Haydi şimdi manzaralara bakalım.


İşte Knidos'u ilk gördüğümüz nokta. Ortadaki kıstağın sağında Trireme Limanı, solunda büyük yelkenlilerin bulunduğu Güney Liman 


Trireme Limanı. Karşıda Deveboyunu Feneri (bu fotoğrafta görünmüyor). Knidos'ta yerleşimler karşı tepenin yamaçlarına kurulmuş (Kap Krio). Bugün gördüğümüz Knidos daha çok kutsal alan ve ticari merkezlerden oluşuyor.


Palamutbükü (doğu) yönüne doğru bakıyoruz.


7 günlük yürüyüş sonrası Knidos'a ulaşmış olmanın mutluluğu


Tepeden aşağıya doğru antik yerleşimler arasından ineceğiz.

Mehmet Knidos’u gördüğümüz anı adım adım yürüyerek Gopro’ya kaydediyor. Youtube’daki video’dan da seyredebilirsiniz.


Knidos’u neredeyse kuşuçuşu gördüğümüz kayalık terasta 10 dakika kısa bir mola veriyoruz. Saat 18:30. Artık acelemiz yok. Datça parkurlarının Ege (kuzey) kısımlarını bugün itibariyle bitirmiş bulunuyoruz.

Knidos’a doğru kıvrılarak belirgin patika ve işaretler yardımıyla indikten sonra antik şehirin Aphrodite Tapınağı, stoa ve agorasından aşağıda limanlar bölgesine iniyoruz.

Knidos MÖ 12. yy’dan itibaren Ege’ye dalgalar halinde akınlar düzenleyip Miken uygarlığını yıktıktan sonra, Ege adalarına yerleşip Rodos’u merkez olarak seçmiş Dorlar’ın karadaki en önemli ticari şehiridir Knidos.

Rota tarifini bozmayıp konudan konuya atlamamak için Knidos ile ilgili tarihsel bilgileri güncenin sonunda verelim.

Şehir duvarlarının yanından Knidos'a iniş başlıyor

Tapınaklar bölgesine doğru iniyoruz.

İndikçe yapılar daha belirgin hale gelip birbirlerinden ayrılmaya başlıyor.

Roma dönemine ait yapılar

Aşağıda yapıların yukarısında patika gibi görünen bölümde Doğu-Batı Sokağı Caddesi bulunuyor. Doğuya (sola) gidildiğinde Demeter Temenosu (kutsal alan) ve büyük tiyatroya gidiliyor.
Yuvarlak tapınağa ait tören ve toplanma yapıları


Knidos'un en ünlü yapılarından Yuvarlak Tapınak. Afrodit Tapınağı. Bulunduğu dönemde binlerce insanın Knidos'u ziyaret etmesine vesile olan meşhur çıplak Afrodit burada bulunuyormuş muhtemelen. Bugün heykelin akıbeti bilinmiyor.

Yuvarlak tapınağa ait tabela

Yuvarlak tapınak etrafında devşirme yapılaşmalar görülüyor.

Yuvarlak Tapınaktan Limanın görünümü. Bu tapınağın hemen aşağısında Apollon Tapınağı bulunuyor.

Yuvarlak Tapınak'tan biz. Bir başka deyişle Afrodit'in gözünden biz.

Afrodit'e selam olsun!!! Bu arada arkada şehir surları görülüyor. Kameraya bakarken bu detayı kaçırmayalım.

Ana caddeden aşağıdaki Apollon Tapınağına doğru iniyoruz. Kazı çalışmaları (Selçuk Üniversitesi) burada devam ediyor.

Apollon Tapınağı

Apollon Tapınağı tabelası

Tapınak Planı. Yuvarlak Tapınak yukarıda görülüyor.

Tapınağa ait diğer tabela

Tapınak kalıntıları

Limana inen ana cadde. Buradan yürüyerek aşağı iniyoruz.

Bouleuterion (Meclis), Dor Stoası (alışveriş-ticari) ve irili ufaklı tapınakların bulunduğu sokağın doğu cephesi

Dor Stoası (alışveriş) alanı ve kiliselerin bulunduğu kalıntılar

Knidos Şehir Planı

Knidos Şehir Planı (George Bean, 1903-77)

Limanda çadır kurulabilecek kısımlarda birileri gelip bölgenin SİT alanı olduğunu söyleyerek kampa izin vermemeye çalışıyor. Knidos’ta çeşme de bulunmuyor. Bu yüzden balıkçılar veya restorandan suları tazelemek gerekiyor.

Bunları yazdık diye çadırın imkansız olduğu anlaşılmasın. Çadırı hemen kurmayın. Fenerin bulunduğu (Tekir Burnu) tepenin yamacında uygun yerler veya limanda kuytu ve araçların sizi rahatsız etmeyeceği bir yerde kampınızı atabilirsiniz. Özetle, önce yeri tespit edin ilerleyen zamanlarda hava kararmaya başlayıp el ayak çekilince çadırınızı kurabilirsiniz. Ateş olmadan ve temiz bırakıldığı sürece çadırın SİT alanına zarar vermeyecektir. Maalesef liman kısımları restoran, balıkçı barınakları ve iskeleler sebebiyle SİT alanı görünümünü kaybetmiş gibi. Talan ve karmaşa hakim.


Kuzeybatıya bakan küçük liman (Trireme Limanı). Bugün balıkçı barınağı olarak işlevini sürdürüyor.

Tüm yürüyüşlerimiz boyunca çadır işini doğaçlama ve oluruna bıraktığımız için biz ne yaptık anlatalım:

Knidos’ta gezip limana saat 19:00’da iniyor ve yürüyüşümüzü tamamlıyoruz. Limanda fotoğraf çekip çevrede biraz zaman geçirdikten sonra Knidos’taki restorana giriyoruz ve gün sonunu bir bira ile kapatmaya karar veriyoruz. Keyfimiz yerinde. Yarımada’yı bir uçtan diğer ucuna kadar yürüdük. Daha ne olsun?

Çantaları çıkartıp biramızı söyledikten sonra Knidos’un güney limanı manzarasını seyrederek yaşadığımız anın keyfini çıkartıyoruz. Çadır nereye mi kurulur? Buluruz bir çaresini. Hallederiz.

Yürüyüş sonrası. Knidos'ta günü bitirme zamanı

Knidos Restoran. Oturmadan, yemeden içmeden önce mutlaka fiyatları sorun tabii.

Knidos Güney Limanı.

Karia Yolu Likya Yolu kadar sık yürünmediği için restorandakilerin ilgisini çekiyoruz. “Neden”, “Nasıl”, “Kimsiniz” sorularını yanıtlıyoruz. 

Yanımızda yemek olsa da restoranda ne yiyebiliriz diye birbirimize soruyoruz. Tabii ki balık. Bu restoran turistik bir lokasyon. Su temin etseniz de yemek bakımından biraz daha hesaplı planlama yapan yürüyüşçüler için bütçe hesaplarını zorlayabilir. Özetle, menüdeki fiyatlar buraya gelen her yürüyüşçünün kesesine uygun olmayabilir. Biz de barbun balığına 100-150 lira verme niyetinde değiliz ama buraya kadar adım adım yürüdükten sonra Knidos’ta güzel bir an yaşamanın da hakkımız olduğunu düşünüyor, sormaktan zarar gelmez diyerek şansımızı deniyoruz.

Pazarlık işi ekipte her zaman Altuğ’dadır. Altuğ mutfağa giriyor balıkları soruyor.

- Bize burası iyi geldi. Akşam yemeğimizi burada mı yesek diyoruz. Balık neler var?

- Barbun, çupra, akya...

- Ne kadar yazıyorsunuz? (kilo ile satılıyor tabii)

- Barbun XX, Çupra XX. (80-90’dan fiyatlar yukarıya doğru gidiyor)

- Biz balık yesek diyoruz ama bu balıkları biliyoruz. Zaten açız bir oturdu mu 2-3 kilo yeriz o yüzden bizi zorlamasın çünkü daha yolumuz var. Bize böyle ismi cismi bilinmeyen satılmayan buralardan çıkan balığınız varsa onlardan yemek isteriz. Sokar Balığı gibi. Biz aç olduğumuz için 1 kilo balık bize yetmez. 2-3 kilo balık da bize pahalı gelir malum.

- Sokar yok ama kendimize ayırdığımız balıklarımız vardı. Onları getirelim içeriden.

- Tamam olur tabii

İçeriden neredeyse 2 kiloya yakın tepeleme her biri birbirinden farklı eciş bücüş, şekilli şekilsiz bir dolu balık geliyor. Restorancı adlarını sayıyor ama maalesef adlarını yerken bile unutmuştuk.

- İşte bu!!! Kaç para yazarsın?

- Verirsiniz 30 lira tamamdır.

- Tamamdır. Hemen pişirebilirsin. Yiyiyoruz.

Ne şans ama!!! Yollar sürprizleri karşımıza çıkartmaya devam ediyor. Genelde takıntılı insanlarız ama yolda yürürken (hele ki bir haftadır yürüyorsak!!) hiç kafaya takmıyor, yaşayacaklarımızı hayati bir risk olmayacaksa oluruna bırakıyoruz. Knidos’ta bakkal yok ama burada balığı yemesek yine de yanımızda yemeğimiz vardı hiç dert etmezdik.

Balıkları “bu buna benziyor. Bu sana bu bana” diyerek kardeş payı yaptıktan sonra güneşi Knidos’ta batırıyoruz.

Koca yarımadanın (araç ile doğudan batıya 70 km.) en ucuna kadar gelmişken yukarıda Deveboynu Feneri’ne de çıkmadan olmaz. Wikiloc linkini de paylaşalım ki eksik gedik kalmasın. Limandan fenere ulaşmak 1 km. sakin tempo ile en fazla yarım saat sürer. Fenerin bulunduğu yarımada (Krio) antik dönemlerde adaymış. Burası bir taş geçit ile karaya bağlanmış ve ilerleyen zamanlarda ince bir kıstak haline gelmiş.

Restoranda akşamı ediyoruz. Telefonlarımız ve fotoğraf makinelerinin pilleri şarj oluyor. Güneşi Kuzey limanında (Trireme Limanı) batırmaya çıktığımızda çevrede çadır kurulabilecek yer de baktık. Ancak balıkçı barınakları olunca çadır için temiz bir yer bulabilmek çok zor oluyor. Knidos’taki müze ve jandarma binası tadilatta ve görevli jandarma yok ve Atatürk büstünün arkasındaki bomboş bir göz jandarma kulübesinin içi çadır için çok uygun. Antik kentin bir güvenliği olduğundan gece buraya sessizce gelip çadırımızı kurmaya karar veriyoruz.

Trireme Limanından gün sonu ve Deveboyunu Feneri.

Şans bu ya restorandakiler gece nerede kalacağımızı soruyorlar. Lafı “bakarız çaresine” diyerek geveleyip geçiştirmeye çalışıyoruz.

- Gece size buralarda çadır kurdurmazlar. Rahat da edemezsiniz. Aşağıdaki denizin dibindeki tahta sundurmamızın altına kurabilirsiniz. Telefonlarınız da burada şarjda kalabilir hiçbirşey olmaz.

Rededebileceğimiz bir teklif değil bu. Sundurma denizin üzerinde. Gece denizin hafif çırpıntısını dinleyerek uyuyacağız. Ödül gibi.

Yürüyenler bu öneri ile her zaman karşılaşmayacaklardır. Bu yazdıklarımızı “gidip sundurmanın altına çadır kurabilirsiniz” gibi algılanmasını istemeyiz. Sonuçta günce hem yol tarifi hem de yaşadıklarımızı içeriyor. İleride bunadığımız zaman neler yaptığımızı hatırlayalım diye.

Eğer bütçenizde sorun yoksa, biraz da sohbet ettiğiniz sürece bu tür yerlerde birşeyler yiyip hizmet aldığınızda (eğer o an ortam kalabalık da değilse. Bu önemli) bu tür öneriler karşı taraftan gelebiliyor veya siz öneride bulunabiliyorsunuz. Bu arada 2 kişi restorana toplam bıraktığımız hesap su, yemek herşey dahil 80 lira oldu. Knidos’ta keyfimizi de sürdük. Altımızda ve karşımızda Knidos’un güney limanı.

Gece karanlığında kafa fenerleri ile çadırımızı kuruyoruz ve yarın Palamutbükü’ne yapacağımız yürüyüşü düşünüyoruz. Artık Datça’ya ve ismi birçoğumuz tarafından tanınan tatil yerleşimlerine doğru yürüyeceğiz. Doğası ve coğrafyası sebebiyle yapılaşmaya izin vermemiş Ege’nin bakirliği yerini yerleşimlere bırakmaya başlıyor.

Çadırımızı kurduğumuz sundurma

Bu kadar fotoğraf sonrasında KNİDOS ile ilgili tarihsel bilgi vermemiz faydalı olacaktır:

Dor istilalarından sonra Ege gerilemeye girer. Büyük kentler ve yazılar ortadan kalkar, ticari ilişkiler kesililir. Bazı arkeologlar MÖ 12. ve 8. yy arasını “karanlık çağ” olarak görür. Dorlar, Peleponisos’un (Mora Yarımadası) merkezinde de Sparta şehrini kurmuşlardır.

Knidos bugün bulunduğu yerden daha içeride yer alıyordu. Bugünkü Dataça ve Reşadiye’ye yakın bir konumda bulunan Knidos gemilerin buradaki limanların korunaklı olmasından ötürü (Kuzey rüzgarlarına açık Gökova yüzyıllar boyunca denizcilerin korkulu rüyası olmuştur) uzun bir süre demir attıkları bir noktadır.

Tarihsel gelişime bakıldığında eski Datça’nın M.Ö. 4 yy.’da taşındığı tahmin edilir. Eski Knidos (yarımada’nın ortasında Emecik’e yakın olduğu tahmin ediliyor) diğer kentlerden gelen insanların da katıldıkları törenlere evsahipliği yapması, özgürlük ve demokrasi yanlısı olmasına karşın yarımadanın ucunda kurulmuş Yeni Knidos ticari sebeplerle buraya taşınmıştır ve ticaret merkezi haline getirilmiştir. Bu sebeple tarihsel döngü içerisinde önemini zamanla kaybetmiştir.

Bu sebeple Knidos Datça yarımadasının en ucuna taşınmıştır ve bizim bugün Tekir Burnunda gördüğümüz şehir yeni Knidos’tur. Eski şehirden günümüze kalıntılar ulaşmamış olsa da Emecik’te gördüğümüz Apollon Kutsal Merkezi eski Knidos’un kült merkeziymiş. Knidos’tan önceki yerleşim olduğu tahmin edilen Triopion Antik Kenti de Apollon Kutsal Merkezi’nin bulunduğu bölgedeymiş.

Yaşadığı dönemin en tanınmış heykeltraşlarından olan Praksiteles (MÖ 4.yy.), birçok kaynakta çıplak kadın figürünü gerçek boyutlarda heykellere uygulayan ilk heykeltraş olarak bilinir.

Knidos ve Kos aynı dönemde Praksiteles’e Afrodit heykeli sipariş eder. Praksiteles biri giyinik diğeri çıplak iki Afrodit heykelini önce Koslulara gösterir. Koslular çıplak olanın bir tanrıça için halk arasında yanlış anlaşılabileceğini düşünürler ve giyinik olanı alırlar. Çıplak Afrodit heykeli de Knidos’a gider. Ancak çıplak olan heykel öylesine ünlenir ki filizof ve yazar Plinius’un belirttiğine göre denizaşırı ülkelerden çıplak heykeli görmeye gelenler olur.

Çıplak tanrıça heykeli olarak da bilinen bu heykelin akıbeti hakkında hikayeler olsa da nerede olduğu ya da nereye götürüldüğü bilinmemektedir. Knidos’ta basılan paraların üzerinde çıplak Afrodit heykeline rastlanır.

Share this:

 
Copyright © Karia Yolu hakkında herşey: Rotalar, Rehber, Kitap, Harita, GPS. Designed by OddThemes | Distributed By Gooyaabi Templates