İlk yürüyüş günümüzde bulutlu hava bizimle bu sabah vedalaştı ve yürüyüşün sonuna kadar açık hava ve bol güneş ile yürüyeceğiz. Hava güneşli olsa da bahar serinliği, hafif bir esinti her zaman bizimle olacak.
Boncuk Koyu-Karaca arasında 3 adet yol ayrımından geçiliyor. Hepsinde de sağdan sahile paralel kalacak şekilde yürümek gerekiyor. Sahil daima sağınızda olmalı.
Her ne kadar Boncuk’u 300 metre geçtikten sonra kamp atmış olsak da biz anlatımlarımızı ve mesafeleri sabah Boncuk Koyu’ndan yola çıkmış gibi tarifliyoruz ki Boncuk'tan yürüyüşe başlayacaklar için bir karışıklık olmasın.
Boncuk Koyu’ndan 500 metre sonra karşımıza ilk yol ayrımı çıkıyor. Sahili sağımıza alarak sağdaki yoldan yürümeye devam ediyoruz.
|
İlk yol ayrımına ulaşıyoruz. Sola sapmadan orman yolundan yürümeye devam. |
|
Orman yolu oldukça geniş. Her yanımız orman. |
Orman yolundan Gökova Körfezi manzarası eşliğinde yürümek çok keyifli. Parkurun ilk 4 km.si hafif bir eğimli bir çıkış. Deniz sevisinden hiç farkına varmadan 170 metre seviyelerine kadar yorulmadan çıkılıyor.
İkinci yol ayrımı 500 metre sonra Palanlı mevkisinde karşımıza çıkıyor. Burada da sağdan yürümeye devam ederek yukarıya sola doğru çıkmıyoruz. Rotanın ilk bölümü olan Palanlı’da aşağıda dün Boncuk’a doğru yürüdüğümüz yolu ve Boncuk Koyu’nu görüyoruz.
Sahil tarafı sadece denizden ibaret gibi görünse de aşağıda büyük sayılabilecek Karaca Adası bulunuyor. Bu adayı ancak Karaca sahiline ulaştığınızda görebiliyorsunuz.
Karaca’da seracılık ve tarımın olduğu küçücük bir yerleşim. Nokta gibi 10-15 dakika içerisinde girip çıkıyorsunuz. Bizim geçtiğimiz dönemde çevrede kimseleri göremedik ama çevrede keçiler vardı, fakat ev ve seralarda yaşam vardı. Acil bir ihtiyacınız yoksa Söğüt’e çok uzun yolunuzun kalmadığını (4 km. patika) belirtelim.
Karaca’ya deniz seviyesinden 170 metreden yaptığımız inişin sonunda köyün girişindeki ilk eve saat 10:30’a doğru ulaşıyoruz. Burada yol ikiye ayrılıyor gibi görünse de kafanız karışmasın çünkü 50 metre sonra birleşiyorlar. Görmedik ama evin yakınında olası bir köpek saldırısına maruz kalmamak için solda evden uzak olan yolu tercih ettik.
Evi geçtikten sonra köy içi yoldan ilerliyoruz. Köyden çıkana kadar patika yok. Her taraf yemyeşil. Bahar gelmiş. Dereler akıyor. Hava akşamları serin ama gündüz güzel bir sıcaklık var. İlk evi geçtikten hemen sonra solda sürekli akan dere şeklinde bir su kaynağı görüyoruz. Bu su muhtemelen yaz kış akıyordur diye tahmin ediyoruz. Yürüyeceklerin akıllarında bulunsun. Yol üzerinde keçiler ve bu bölgenin endemik ağacı Sığla ağaçları karşımıza çıkıyor. Yağının çok kıymetli olduğu, izinsiz yağ çıkarmanın yasak olduğu bir ağaç. Duyduğumuza göre yağ çıkartma işleri ihale ile veriliyormuş. Sığla Yağının faydalarını duymuştuk ama okuyunca ve yerinde duyunca ne kadar özel olduğunu daha iyi anladık. Yaprakları çınara benziyor ama daha farklı.
Yukarıda tariflediğmiz girişteki evden 1.5 km sonra bir yol ayrımına ulaşıyoruz. Bu NOKTA ÖNEMLİ. Sağ taraf sahil ve yerleşimlere giderken biz denize sırtımızı veriyoruz ve sola sapıyoruz. Sola saptıktan 20 metre sonra (asfalt yoldan neredeyse hiç yürümeden) sağa tarlaların yanından giden bir ara (tali) yola giriyoruz. Bu yol ileride seraya doğru giden, solunuzun tarla, sağınızın portakal bahçesi olduğu traktör genişliğinde toprak yol. Bu girişi kaçırmamak gerekiyor.
Yol ayrımında patlayana kadar karadut ziyafeti verdiğimizi de belirtmemiz gerekiyor. Önemli bir noktayı tariflerken keyifli anlarımızı da anlatmayı ihmal etmeyelim.
Toprak yoldan 300 metre kadar yürüdükten sonra derenin denize döküldüğü denize çok yakın bir noktaya ulaşıyoruz. Derenin üzerindeki köprüden geçiyoruz. Denize doğru baktığımızda karşıda Karaca Adası’nı görüyoruz.
Burada “yukarıda patikalara çıkışımızı” anlatacağımız tarif muhtemelen bu yazının yazıldığı dönemlerde geçerliliğini yitirmiş olacak. Hatta biz geçtikten 1 hafta sonra bile kapanmış olabilir. Köprüyü geçtikten sonra yol bitiyor ve bir eve ulaşıyoruz. Burada duvar gibi düzgün kesilmiş taşlardan oluşan antik kalıntılar gözümüze çarpıyor. Kimselerin olmadığı evin bahçesine çıkıyoruz. İçerisinden geçerek yukarıda makilik içerisine giren patikaya giriyoruz. Burada patika girişini bulmak için GPS yardımı alıyoruz. Bunu sizin de yapmanızı öneriyoruz.
Evin bahçesinden çıkarken mülk sahibinin burayı tel örgüler ile çevirdiğini farkediyoruz. Direkler dikilmiş tel örgüler rulo olarak yerlerde. Yakın zamanda bu geçiş kapanacak gibi görünüyor.
Google haritalar üzerinden bir görüntü aldık ama bizden sonrakiler için ne yapmaları gerektiğini anlatalım. Evin karşısına geldiğinide önünden sahile doğru yürüyüp sahil üzerinden tel örgülerin ardına geçmeye çalışın veya içeriye doğru girerek sağdaki tarlanın karşısından makilik içerisine girerek 100-200 metre ilerideki patikaya ulaşmaya çalışın. Bunun için mutaka GPS veya Cep telefonu desteği alın zira burada patika belirgin olmayabilir, hatta siz açmak zorunda kalabilirsiniz. Bu kısım için fotoğraflarda verilen Google Maps görüntülerinden bir fikir edinmeye çalışın.
Haritanın işe yaramayacağı anlardan biri. Çünkü burası harita üzerinde nokta bir konum. GPS desteği olmasa bu girişi bulamazdık veya çok zaman kaybederdik. Daha önce de belirttiğimiz üzere Karia Yolu’da GPS kullanmak bazı yerlerde çok önemli. Rotaların bağlantı sayılabilecek birçok bölümü Likya Yolu gibi belirgin değil.
|
Tel örgüler ile karşılaşmanız durumunda alternatif çözümler. ÖNEMLİ!!! |
|
Buraya biraz daha yukarıdan bakalım. |
Tüm Datça parkuru boyunca yolun kapanma problemi olan tek kısım burasıydı. Tabii bu yolun yok olması anlamına gelmiyor sadece 50 metre kadar şaşıyor. Sonra yeniden rotadasınız.
Ebeveyn nasihati gibi tekrar olacak ama son bir hatırlatma; Karaca çıkışında köprüyü geçtikten sonra GPS veya cep telefonu yardımı alın, zaman kaybetmeyin.
Patika içerisine giriyoruz. Her taraf makilik, çalı ve diken. Ama patika belirgin. Nereden gideceğimizi kesitirebiliyoruz hatta seyrek de olsa işaretleri görebiliyoruz. İşaret olmasa bile bir patika ve insan izi gözümüze çarpıyor.
Çalılıkta çevreyi görebilmek mümkün değil. Yaklaşık 400 metre kadar yürüdükten sonra sık çamlarla çevrlili dar bir orman yoluna çıkıyoruz. Yolda işaretleri yerlerdeki büyük taşların üzerinde görmeye başlıyoruz.
Dar sayılabilecek bu enfes orman yolu bize eski Kerpe’de Miçolimanı ve Kefken arasındaki izole bir orman yolunu anımsattı. Çocukluk oralarda geçti haliyle böylesine deja-vu anları yaşıyor olmamız çok normal.
Orman yolu ve sonrasındaki patika çok belirgin. Sağa-sola girmemizi gerektirecek bir yol ayrımı yok. İşaretler de görülüyor. Yürüyüşçülerin keyfi yerinde. Sahilin dibinden yürüyoruz. Karaca Adasını ve sabah yürüyüşe başladığımız yerleri son kez gördükten sonra irili ufaklı koyların yukarısından geçiyoruz. Güneşin de olması Ege ve Akdeniz’in (Gökova Körfezi Ege’ye bağlı) alışılagelen turkuaz renklerini ortaya çıkartıyor. Neredeyse karşımıza çıkan her koyda durup denize büyülenmiş gibi bakıyoruz. Birçok kişinin sorusunu şimdiden duyar gibiyiz. "Hiç yüzmediniz mi?" Herbirinde yüzmeye kalksak yol muhtemelen 1 aydan fazla sürerdi. O kadar çok böyle birbirine benzer, küçücük bir taşlık veya kayalığı olan koy var ki büyülenmemek, durup seyretmemek elde değil.
Akyaka – Bördübet – Balıkaşıran arası genelde orman yolu ve köy yolu olsa da deniz konusunda seçenek arayanlar, yürüyüş konusunda zorluk çekmek istemeyenler bu parkurları tercih edebilirler.
Orman yolu Karacasöğüt koyuna doğru girdikçe yerini patikaya bırakıyor ve dar bir geçişin ardından Dedek Burnu üzerinden Karacasöğüt’ü saat 11:30’da görmeye başlıyoruz. Burası küçük yat iskelelerinin de bulunduğu korunaklı bir koy. Hatta burada Gökova Yelken Kulübü’nün de bir iskelesi bulunuyor.
Deniz seviyesinden 50 metre yükseklikte Karacasöğüt’e doğru inişimiz başlıyor. İniş çam ağaçları ardından patika ve çok keyifli. Hemen aşağımız turkuaz deniz. Çantaları çıkartıp aşağıya atlasak denize ulaşabileceğimiz kadar yakın. Biz bunu mecaz anlamda yazdık zira sahil kayalık ve sığ. Ulaşılmasına ulaşılır ama sonuçları tatsız olur.
İzi ve patikanın belli olduğu bir yürüyüş yolundan denizin dibine kadar taşlı bir sahile kadar iniyoruz. Denizin ilk defa bu kadar yakınındayız. Ellerimizi deniz suyuna sokuyoruz. Yüzümüzü yıkıyoruz. Kısa bir fotoğraf molasının ardından sahil boyunca, denizin izin vermediği yerlerde biraz içeriden yürüyerek Karacasöğüt’ün en doğu ucuna saat 12:00’de ulaşıyoruz. Bu kısımlarda işaret bakımından bir sorun yok. Ayrıca patikalar da çok belirgin.
Karacasöğüt’ün en doğu noktası belki de tüm parkurun en akılda kalıcı tarihi noktalarından birisi. Burada tarihi Piri Reis Orman Çeşmesi bulunuyor. Denizci ve kartograf Piri Reis’in (1470-1557) hazırladığı Kitab-ı Bahriye aklımıza geliyor. 1521’de tamamladığı bu eser bugün bile yer kabuğundaki değişimlerin (buzulların erimesi, Amerika kıtası gibi) gözlemlenmesi konusunda temel kaynaklardan biri olarak kabul ediliyor. Denizcilerin sığınabilecekleri limanları, adaları, geçitleri, limanlara nasıl ve nereden yaklaşılacağını anlatmıştır. 21. yy.da günce yazıyoruz diyoruz ama Evliya Çelebi ve Piri Reis’in yaşadıkları yüzyıllarda imkansız gibi görünen işleri yaptıklarını görüyoruz. Rehber Kitap denilince aklımıza ilk kaynaklardandır Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si.
Piri Reis’in gezilerinde Karacasöğüt’e yanaşarak suyunu denizin dibindeki bu pınardan aldığı biliniyor. Çok etkileyici. Biz de denizin dibindeki tuzlu olmayan bu tertemiz sudan içerek sularımızı tazeliyoruz.
Tabii maaselsef burada bir küçük eleştiri/serzeniş (adına her ne ise) yapamadan geçemeyeceğiz zira 600 seneden fazla akan bu çeşmenin bugünkü durumu içler acısı. Bir yer piknik alanı olunca kirlilik 100 kat artıyor. Toprağın, çimenin rengi çevreye saçılan kömürlerden siyaha dönüyor, çevrede plastikler, belirgin bir kirlilik var. Bir yanda çeşmesinden susuzluğumuzu giderdiğimiz, 600 yıldan daha eski bir çeşme, yanında 1-2 gün önce yakılmış mangal artıkları. Bu lokasyonu bu durumda görmek üzücü.
|
Piri Reis Orman Çeşmesi. Su solda aşağıda akıyor. |
|
500 yıldan bile daha eski bu çeşme ile ilgili açıklama. |
|
Çeşme ileride sağda. Böyle görüldüğüne bakmayın çevre oldukça kirli. Buradan sonra sahilden Karacasöğüt'e yürünemeyeceğinden içeriye doğru araç yolunu takip edeceğiz. |
Çeşmeden Karacasöğüt’e sahilden yürüyerek gidebilmek mümkün değil zira çeşmeden sonra sahilden yerleşim mesafesi 100 metre olsa da ağaçlar denize öylesine uzanmış ki yürümek mümkün değil. Ayrıca sahil ve iç kesimler bataklık ve çamur gibi. Bu yüzden sahilden içeriye doğru girerek çam ve sığla ağaçları ve çiftliklerin de bulunduğu toprak araç yolundan yaklaşık 1 km.lik geniş bir “U” çizerek Karacasöğüt’e ulaşılıyor. Bu yol aslında Karacasöğüt’ten Piri Reis çeşmesine giden araç yolu.
Yukarıda belirttiğimiz üzere geniş bir “U” çiziyoruz ve toprak yoldan asfalt yola bağlanıyoruz ve Karacasöğüt’e saat 12:30 itibariyle ulaşmış oluyoruz. Piri Reis Çeşmesinden bu kısıma kadar kafa karıştıran bir ayrım yok. Toprak yolu takip etmek yeterli.
Köşesinde Karia Yolu tabelasının da bulunduğu bu ayrımda sağa Karacasöğüt sahiline, sola Marmaris yönüne yani güneye gidiliyor. Yola devam etmek için sola dönmek gerekiyor. Karacasöğüt sahilini görmek ve bakkaldan alışveriş yapmak isteyenler sağa dönüp bu noktaya geri dönmeliler. Bakkal sapaktan sonra yol üzerinde ve çok yakında.
Asfalt araç yoluna çıktığımızda yola devam etmeyip, sağa sahile doğru giderek 300 metre ilerideki bakkalda öğle yemeği molası verip eksiklerimizi tamamlamaya karar veriyoruz.
Bu bakkal ikmal ve eksiklerinizin tamamlanması için çok önemli. Karia’da karşınıza çıkacak bakkal ve marketlerden eksikleri tamamlamak çok önemli. Likya’da olduğu gibi yol üzerinde gözlemeciler yok. Bunu Karia’nın geneli için söyleyebiliriz.
Bakkalda eksikleri tamamlıyor, çaylarımızı içiyoruz. Öğle yemeğinde menümüz belli. Ton Balığı. Sağolsun bakkalda da domates biber de bol. Daha ne olsun? Halimizden memnunuz.
Marmaris’e yakın olsa da haritaya bakıldığında araçla ulaşımı zahmetli gibi görünen Karacasöğüt’te tahmin edileceği üzere yazlık veler ve tekne iskeleleri bulunuyor. Buralara kadar geliyorsanız sahili de görmenizi öneririz.
Bakkalda verdiğimiz 1 saat moplanın ardından saat 13:30’da yeniden yola koyuluyoruz ve yol tabelasının bulunduğu noktaya geri dönerek yola devam ediyoruz.
Tabeladan sonra yaklaşık 700 metre içeriye doğru (güneye Marmaris’e doğru) yürüdükten sonra bir yol ayrımına daha ulaşıyoruz. Sağa dönüyoruz. Zaten burada bulunan tabelalar da bize gideceğimiz yönü gösteriyor. “Sadun Boro Yürüyüş Yolu”, “Kargı” gibi. Kargı bugün ulaşacağımız Löngöz’ün diğer adı. Sola giden yol ise Karacasöğüt-Marmaris ana yolu. Özetle bu ayrımda sağa Kargı yönüne doğru yürümeye başlıyoruz. Bu ayrıma gelmeden önce bir küçük ayrım daha gözünüze çarpabilir ama yukarıda tariflediğimiz ayrım çok daha belirgin ve net. Bu noktada bir yol işareti göremedik.
Karacasöğüt’ten başlayarak yolun tamamı Datça Yarımada girişi olan Balıkaşıran’a kadar asfalt veya toprak köy/orman yolu. Buradan sonra yapacağımız tarifler bu tür yollar üzerinden olacak.
Sağa döndükten 500 metre sonra karşımıza bir yol ayrımı daha çıkıyor. Bu yol ayrımında da sola gidilmesi gerektiğini gösteren işaretler görülebiliyor. Sağa devam edildiğinde dünyanın çevresini teknesiyle dolaşan ilk Türk denizcisi olan Sadun Boro’nun da mezarının bulunduğu, koyun ortasında kendisinin yaptırdığı meşhur Deniz Kızı heykeli ile bilinen İngiliz Limanı’nına yani Okluk Koyu’nun kuzeyine ulaşılıyor. Sadun Boro’ya adanmış, geride gördüğümüz yürüyüş yolu da burada bulunuyor.
Sadun Boro, özellikle Gökova, Göcek, Fethiye gibi Güney Ege kıyılarının korunması için çok uğraşmış, özellikle gazete ve dergilerde yayınladığı yazılarla gençlere doğa ve deniz sevgisi aşılamayı amaç edinmiş.
|
Sadun Boro Yürüyüş Yolu |
Karia Yolu’na devam edecekler bu ayrımdan soldan yürümeye devam etmeliler. Biz İngiliz Limanı yönüne devam etmeyip sola doğru asfalttan yürümeye devam ediyoruz. Bu kısımda yol üzerinde irili ufaklı çeşmeler görülüyor. Buralarda su sorunu bulunmuyor. Birinden su almazsanız sonrakinden alabilirsiniz.
Kargı yönüne doğru yürüyüp yerleşimden ayrıldığımızı ve ortalığın sakinleyeceğini düşünüyoruz ama yanılıyoruz. İnanılmaz bir hafriyat kamyonu trafiği var. Başımız şişiyor. Konuşmak, sohbet etmek gelmiyor içimizden. Tam kafa dinleyeceğiz diyoruz. Yanımızdan 2 tane kamyon geçiveriyor her yer toz toprak. Gürültü cabası.
Daha da ileride elektrik direkleri ve kabloların yerden döşenmesi için kepçeler çalışıyor. Burada birşeyler oluyor diyoruz. Hatta sorduğumuz yerel insanlar, çalışanlar sadece “çalışma var” diyerek geçiştiriyor. Detay vermiyorlar.
|
Bir sapağa daha ulaşıyoruz. Yola düz devam ediyoruz. Sağdan İngiliz Koyu (Okluk) ve Sadun Boro Yürüyüş Yoluna gidiliyor. |
|
Ana asfalt yoldan yürümeye dümdüz devam. |
|
Sol tarafta geniş bir düzlük var. Bir çok yer tarla. |
|
Hafif bir çıkış ile asfalttan yürüyoruz. Kamyon geçmese iyi de yol hareketli olunca çekilmez hale gelir yürümek. |
|
Yol üzerinde akan çeşmeler de bulunuyor. Bu rota üzerinde susuz kalmaznız söz konusu değil. |
|
Çıkışa devam. Yorgunluk yok. Yemek yedik. Enerjimiz ve keyfimiz yerinde. |
Tabii buraya kadar okuyanlar bilmiyor çünkü Karacasöğüt’te bakkalda öğrendiğimiz kadarıyla bu durum Cumhurbaşkanlığı’nın Okluk Koyunda bulunan sayfiye yerinin büyütme çalışmalarıymış. Öncesi varmıdır bilmiyoruz ama ilk olarak Turgut Özal zamanında adını duyduğumuz bu koy bugünlerde biraz daha betonlaşıyor sanki. Burada ve sonrasında gördüğümüz insanlardan duyduğumuz kadarıyla Okluk çevresindeki çok sayıda ekili ve orman arazileri istimlak edilmiş.
Sonradan haberlerde öğrendiğimiz kadarıyla; “Cumhurbaşkanları ve misafirleri için dinlenme yeri olarak kullanılan Marmaris’teki Okluk Koyu’na 170 metre uzunluğunda yatlar için yanaşma yeri yapılıyor. 2017 başında yıkılan konukevinin yerine lüks ve görkemli yeni bir konukevi yapılıyor.”
Yolun başlangıcı asfalt olsa da 3 km. sonra ulaşacağımız Okluk’tan sonra yol toprak olacak. Ayrımdan sonra asfaltta hafif bir çıkışın ardından Karacasöğüt’ün arkalarındaki düzlüklere son kez bakıyoruz ve araç yolu çam ormanları çevrelemeye başlıyor. Çıkışımız Buzağıotu mevkisinde son buluyor ve bu sefer tam tersini hafif bir inişle Okluk’a doğru yürüyoruz. Çıkışın tamamlanığı noktada “Kargı” tabelası bulunuyor hatta kırmızı-beyaz işaretler görülebiliyor. Zaten sağa-sola sapmamızı gerektirecek bir durum yok.
|
Buzağıotu sonrası inişimiz başlıyor. Asfalt yol çilemiz oluyor. |
|
Ayın Koyu. Doğru yöndeyiz. Okluk Koyu ters yön çünkü bu tabela İngiliz Koyu olarak bilinen, az önce sağa girmediğimiz yolu tarifliyor. |
|
Yürümeye devam. Kamyonlar nereye biz oraya. |
|
Yol üzerinde işaretler görülebiliyor. |
|
Akan bir çeşme. Bu akmazsa başka biri akabilir. |
|
Suların bol olduğunu gösterebilmek için çok kısa süre sonra yol üzerinde başka bir çeşme daha karşımıza çıkıyor. |
|
Çam ormanı ve sakin sakin akan güzel bir dere var. |
|
Derenin suyu bile tertemiz görünüyor. Zorda kalırsanız güvene içilebilir. |
Tek bir yerleşim ve ilerisinde Orman Müdürlüğü'ne ait yangın müdahele noktasını geçiyoruz. Bu arada sağımızda solumuzda bize eşlik eden küçük bir dere daha var. Bu arada dereyi görmemizle birlikte çam ağacından çok sığla ağaçlarını görmeye başlıyoruz. Öylesine güzel bir yeşili var ki sanki yeşilin kalbine doğru ilerliyormuşuz gibi geliyor insana. Bu kısımlarda su sorunu yok. Sularınızı Ayın Koyu’na kadar farklı noktalarda tazeleme imkanınız bulunuyor.
Okluk Koyu girişine (tahmin edileceği üzere buraya giriş yasak, tel örgülü ve Konukevi yazıyor) saat 14:30’da ulaşıyoruz. Kamyonlar girip çıkmaya devam ediyor. Yol sola doğru Ayın’a doğru kıvrılıyor ve ileride hafriyatın çalışmasının devem ettiği bölümü de geçtikten sonra trafik sona eriyor. Dünya varmış!!!
Konukevi girişinden yaklaşık 15 dakika sonra Malderesi Koyu’na ulaşıyoruz. Bu sakin koya Malderesi döküldüğünden denize girme imkanının zor olduğu cennet gibi bir koy. Çünkü sahil tarafı tamamen sazlık. Malderesi Koyu’na ulaştığınızda gürül gürül akan birkaç su kaynağı karşınıza çıkacak. Sularınızı tazeleyin. Bu bölgedeki su kaynaklarının parkurun son su temin noktaları olduğunu belirtelim.
Koyun girişinde karşıda görünen Okluk koyundaki hummalı inşaat çalışmasını uzaktan daha belirgin görebiliyoruz. Girişte tek tük evler var. Bazıları terkedilmiş gibi bazılarında yaşam var ama kimseler yok. Belki sadece yazın kullanılıyorlar.
Maldere’ye kadar 17 km. yol yürüdük. Bünye olarak yorulmadık ama Okluk Koyu’na kadar gürültüden yorulduk. “Kafamız kazan gibi oldu” desek yalan olmaz. Koyun girişinde kısa bir mola veriyoruz. Ayakkabıları çıkartıp bir süre yol kenarında dinleniyoruz. Her taraf sessiz ve sakin.
Yoldan geçen bir jandarma aracı bizi dinlenirken görüyor. Önce önemsemiyor olsalar da araçlarını geri getiriyorlar, selamlaşıp hal hatır sorup, birbirimize kolay gelsin dileklerimizi ilettikten sonra yollarına devam ediyorlar. Belli ki yürüyüşçülere aşinalar.
Saat 15:15 gibi yeniden hareketleniyoruz ve yürüyüşe kaldığımız yerden devam ediyoruz. Eğer önümüzde sert bir çıkış yoksa hava kararmadan Löngöz’e ulaşmış olacağız.
Yol sahilden içeriye doğru giriyor. Önce 500 metre ardından 200 metre sonra Marmaris bisiklet rotalarına ait iki yol tabelası karşımıza çıkıyor. Biz sola sapmadan dümdüz yoldan Omuzkuyusu yönüne doğru yürümeye devam ediyoruz. Bu arada sağ tarafımızda Malderesi sığla ağaçlarının altından huzurla, sakin bir şekilde akıyor.
Çok geçmeden Maldere Koyu’nun batı kısmına ulaşıyoruz. Sahilin dibinden yürümeye devam ediyoruz. Hızlı yürümesine yürürüz ama manzaraları seyretmeden de olmaz. Sahil yürüyüşümüzün ardından Omuzkuyusu mevkisine ulaşıyoruz. Burası herkes tarafından hatırlanabilecek bir nokta zira evin dibinde iki tane koca baz istasyonu var. Baz istasyonlarını geçtikten sonra karşımıza bir çeşme daha çıkıyor. Bir öncekinde sularımızı doldurduğumuzdan burada su molası vermiyoruz. Çeşmeden sonra Malderesi Koyu ardımızda kalıyor.
Çeşmeden yaklaşık 1 dakika sonra sağa sahile doğru giden bir yol daha görecek olsanız da ana yoldan yürümeye devam ediliyor. Bu yol da Ayın Koyu’na gidiyor olsa da biz GPS izlerine göre anayoldan yürüyoruz.
Maldere Koyu sonrası denizden uzaklaştığımızı zannetsek de Ayın Koyu’na doğru yürüdüğümüzün farkındayız. Yakın bir zamanda bir dönemecin ardında, bir tepenin arkasında yeni bir koy bizi karşılayacak. Rotanın bu kısımları böyle. Denizden biraz yükselince aşağıda öncekine benzeyen yepyeni bir koy karşınıza çıkıveriyor. Yürüyüşü patikalarda yapmayı tercih etsek de manzaralar, koylar, yemyeşil doğa ve bizi yeşili ile içine çeken sığla ağaçları patikaya olan özlemimizi unutturuyor.
Maldere Koyu’ndaki son çeşmeden 10-15 dakika sonra (yaklaşık 1 km.) sonra Ayın Mezarlığı’na ulaşıyoruz. Mevkinin adı Ayın. Burada da bir çeşme var. Bu bölgede çeşme çok. Görünüşe göre 12 ay akıyorlar. Bu sebeple bizim GPS verilerinde belirttiğimiz su noktaları tümünün 12 ay aktığını düşünüyoruz. Cılız akan, dönemsel kaynakları işaretlemedik. Doğanın ne edeceği belli olmaz. Bu sebeple su planlamanızı GPS üzerindeki noktalara göre değil sanki suya her daim ihtiyacınız olacakmış gibi düşünün. Her kaynağı değerlendirmeye çalışın.
Mazarlığı geçtikten sonra sağa doğru Ayın Koyu’na giden araç yolu ayrımını görüyoruz. Ayın Koyu’nun bir diğer adı da Sarıdana. Bu ayrımda sağa devam etmeden düz yürüyoruz. Eğer araç yoluna girersek koyun ortasından akan azmağın diğer tarafına çıkarız ve geniş yataklı azmaktan karşıya geçmemiz mümkün olmaz. Bu sebeple ana yoldan çıkmadan yürümeye devam ediyoruz. Bu kısımda karışıklık yaşamıyoruz zira işaretler de yol üzerinde görülebiliyor.
Ayın Mevkisindeki ayrımdan 500 metre sonra yol çatallaşıyor ve iki kısma ayrılıyor (Mezarlıktan yaklaşık 750 m. sonra). Bu mevkinin adı Kocaayın. Burada sağdan Sarıdana/Ayın Koyu, Çiçekli yönüne, yani denize doğru yürüyoruz. Eğer yürüdüğünüz dönemde kaybolmaz ise bu ayrımda Sarıdana ve Ayın’a ait tabelalar da bulunuyor. Sola devam etmeyin zira bu yol bir gün sonra Löngöz’den sonra ulaşacağımız Küfre’ye doğru tepelerden devam ediyor. İşaretlere burada dikkat etmek gerekiyor.
Sapakta göreceğiniz çeşme bu parkurun son su noktası. Hatta Küfre’de kimseler yoksa buradan yanınıza alacağınız su ertesi gün için de büyük önem taşıyor.
Toprak yoldan Sarıdana Koyu’a doğru yaklaşık 1.5 km. yürüyüş ile sat 16:15’te ulaşıyoruz. Yol boyunca tel örgüler ile çevrilmiş geniş bahçeli bir çiftlik ve atıl durumda bir tatil köyü gördük. Tatil köyü demesek de orman içerisinde, sahile kıyısı olmayan butik tarzda harika bir yer. Muhtemelen işletme izinleri konusunda sorun yaşamış olabilir diye düşündük çünkü Ayın Koyu bilinen bir Mavitur lokasyonu.
Tabii yürüdüğümüz mevsim itibariyle doğa burada öylesine etkileyici ki yol boyunca karşımıza tohumları Kıbrıs adasından getirildiği için Kıbrıs akasyası ismini alan, yuvarlak sarı çiçekli Kıbrıs Akasyaları çıkıyor. Bunlar katırtırnağı değil.
Karşımıza bir anda dingin bir koy çıkıveriyor. Sarıdana Koyu (Kocayalı Koyu).Ayın ve Sarıdana’yı içerisine alan, batıda İnce Burun, doğuda Ayın burnu arasında kalan bu körfezin adı Ayın Körfezi. Hayranlıkla izliyoruz tüm sahili. Çok etkileyici. Gökova’nın tam karşısında Akbük-Turnalı arasında bulunan Kıran Dağları ve sahili görülüyor. Azmağın diğer tarafındaki sahil kumluk ama geçebilmek mümkün değil. Burada koyun sahili biraz daha kayalık ve taşlı.
Sarıdana’yı geçtikten 3 dakika sonra koyun kuzeyinde Ayın koyuna ulaşıyoruz. Burası çok daha etkileyici. Kumu taşlık ve olağanüstü dinginlik burada var. Tarifleyebilmek o kadar zor ki. Çevrede tek tük görülen insanların sesleri rahatsızlık vermiyor bile. Havanın 2.5 saat sonra kararacak olmasını dert etmiyoruz bile. Mesafe anlamında Karacasöğüt-Ayın arası 12 km., Okluk mevkisine kadar asfalttan, sonrasında toprak orman yolundan yürünüyor ve zor bir rota değil.
Ayın sahilinden koy dışında bulunan Zeytinli Adası ve üzerinde küçük bir fenerin bulunduğu Kara Adası görülüyor.
Ayın Koyu’nda tekne turizmi ve araçları ile gelenlere hizmet veren sezonluk olarak açık olan yerel bir işletme de bulunuyor. Bu işletmenin önünden geçerken sadece bekçisi vardı ve selamlaşıp, kısa bir sohbetin ardından yola devam ettik.
Ayın’dan sonra 1 km yürüyerek, deniz seviyesinden 25 metre yükseliyoruz ve Sarıdana ve Ayın’ı yukarıdan iziliyoruz. Bu yüksek noktada aynı zamanda Ayın’ın en uç noktasına giden İnce Burun’a giden yol ayrımı bulunuyor.
Kısa fotoğraf molasının ardından “U” dönüşü yaparak (buruna doğru yürümüyoruz) inişe geçiyoruz ve burunun ardında bizi yepyeni bir koy daha selamlıyor. Çiçekli. Burası yemyeşil çayırdan oluşan cennet gibi bir koy. Koyun dışında küçük Çamlı Adası görülüyor. Daha da ileride özellikle tekne kullananların çarpmamak için dikkat ettiği küçük kayalıklardan oluşan Köremen Adaları bulunuyor. Bu adaların gerisinde de Çiçekli Burnu gözümüze çarpıyor. Fazla söze gerek yok çünkü gelip görmek lazım buraları. Tarifleyerek hissiyatları insanın uzun uzun yazası geliyor ama okuyanları sıkmamak lazım.
Çiçekli Koyu’nun girişine 400 m.lik inişin ardından ulaşıyoruz. Saat 16:45. Boncuk’tan buraya kadar 24 km. yürümüşüz. Löngöz’e 6 km. var. Hava kararmadan yetişiriz. Hesaplarımızda yanılma olmaz.
Çiçekli Koyu’nun girişinde Marmaris’ten günübirlik gelmiş bir grup görüyoruz. Piknik yapıyorlar. Zamanın olduğunu bilen Altuğ çay ikramını geri çevirmiyor ve kendileriyle kısa bir sohbet ediyor. Mehmet de daha ilerideki çayırda telefon ve dinlenme molası veriyor.
Altuğ sohbete başlar başlamaz Marmaris’ten gelen insanların kendisini Likya Yolu ve Karia Yolu web sayfalarından tanıdığını öğreniyor. İnsanların güzel işler yaptığımızı söylediklerini duyduğumuzda daha bir mutlu oluyoruz. Daha fazla sarılıyor uğraşlarına, heveslerine.
Sohbet güzel hatta ikinci çayı da koydu Altuğ ama yola devam etmek zorundayız. Çiçekli Koyu’nun girişinde piknik yapan bu güzel insanlarla vedalaştıktan sonra kaldığımız yerden yola devam ediyoruz. Nursel Hanım, Fatma Hanım ile Kenan Bey’e sevgi ve selamlarımızı gönderiyoruz...
|
Çiçekli Koyu sahili. Her yer yemyeşil çayır. |
|
Güzel insanlarla kısa sohbetin ve çay ikramı sonrası Çiçekli'den ayrılıyoruz. Sevgilerimizi gönderiyoruz. |
|
Koya son kez bakıyoruz ve içeriye doğru giriyoruz. |
|
Sağdan, daha geniş yoldan yürüyoruz. Kafa karıştırabilecek bir bölüm değil. Buraya geldiğinizde zaten sağdaki daha geniş yolu takip etmeniz gerektiğini anlayacaksınız. |
|
Altuğ'un çay molası sırasında Mehmet de ilerideki düzlükte mola verdi. |
Sahili ardımıza alarak içerilere doğru yürümemiz gerekiyor. Çiçekli Koyu girişi yürüyüşümüzün 25. km.si. Kenan Beylerden ayrıldıktan sonra Mehmet’i yolun kenarındaki bir çayırda dinlenirken gören Altuğ bir molayı da burada veriyor. Hesabımıza göre Löngöz’e 4-5 km civarında bir mesafe kaldı ve toprak yol değilse 1 saat içerisinde hava kararmadan varabiliriz. Ama bu yol hiç belli olmaz. Nice 5 km.ler gördük 3 saatte bitmeyen...
Saat 17:00’de bu çayırda iki yoldaş günün son molasını veriyoruz ve 17:15’te günü bitirmek üzere yola koyuluyoruz.
|
İkinci gün yürüyüşü son mola. |
Çiçekli sonrasını geniş bir patika olarak nitelendirmek lazım çünkü arabanın zor ilerleyebileceği türden bol taşlı ve toprak bir yol. Biz yürüyüşçülerin tercihi her zaman böyle yollar oluyor tabii.
Yol boyunca dere yatağının yolu tahrip etmemesi ve daha rahat akması için beton köprü üzerinden geçiyoruz. Kupkuru dere yatağı beton köprü sonrası sağımızda kalıyor. Çıkışın sonuna doğru yol sola dönüyor ve yol boyunca güneş turuncuya çalan son ışıklarını doğaya bırakırken Kıbrıs Akasyalarının yuvarlak sarı çiçekleri yolumuzu aydınlatan küçük lambalar gibi parlıyor. Kepenekli’ye yaptığımız çıkış sonunda deniz seviyesinden 100 metre yükselmiş oluyoruz.
Çiçekli’den başlayan, yaklaşık 1.5 km. süren çıkışın sonunda yukarıda Kepenekli mevkisine ulaşıyoruz. Burada Marmaris bisiklet rotalarına ait bir tabela da var. Yol üzerinde işaretleri de görebiliyoruz. Yine de zaman kaybetmemek ve güneş batmadan Löngöz’de olmak istediğimizden GPS’i sürekli kontrol ediyoruz.
|
Kıbrıs Akasyaları. Kepenekli Mevkisi ve yol ayrımı yukarıda görülüyor. |
|
Çamura girmeden atlaya zıplaya yürümeye devam ediyoruz. |
|
Kepenekli Mevkisi. Yol ayrımı. Sağa dönüp Löngöz'e doğru inişimiz başlıyor. Sola dönmeyin!!! |
Kepenekli çıkışını takmalayıp yol ayrımına ulaştığımızda sağa doğru yürüyerek Löngöz’e doğru ilerliyoruz. Kafaların karışmaması için Kepenekli’deki bu yol ayrımında sağa dönülüyor ama çıkış sırasında (yukarıda yazdık) belki kafanızı karıştırabilecek küçük bir yol ayrımı daha var burada sola dönmek gerekiyor.
Kepenekli’den sonra yürüdüğümüz yol toprak orman yolu. Geniş ve düz. Çiçekli sonrası gibi taşlı, kayalık veya stabilize değil.
Hatırlarsanız, Maldere çıkışında sola girmeyip Sarıdana sahiline doğru yürümenizi vurgulamıştık. Çeşmenin bulunduğu sapaktan bir şekilde sahile doğru değil de yolu karıştırıp sola yürümüş olsaydınız Sarıdana, Ayın ve Çiçekli Koylarını bypass ederek buraya bağlanırdınız ama arada sapaklar ve yollar olduğundan bu birleşim noktasına bağlanmanız GPS olmadan veya birine sormadan (birisini görebilmek büyük şans olur herhalde) çok zor olurdu.
Yaklaşık 3 km. boyunca sağımızda kupkuru bir dere yatağını takip ederek orman yolundan yürüyoruz. Sağa sola sapmamızı gerektirecek, kafa karıştıran bir yol ayrımı bu bölümde yok. Dere yatağında kuraklığa dayanıklı sandal ağaçları gözümüze çarpıyor. Birkaç yerde “U” dönüşleri yapıyor, sağda dere yatağını takip ederek iyi bir tempoda Löngöz’e doğru ilerliyoruz.
Sağdan yürümeye devam ederek 300 metre sonra Karia Yolu tabelasına ulaşıyoruz. Sağdan Löngöz’e doğru ilerleyerek yürüyüşümüzü 100 metre sonra sahilde bitiriyoruz. Sabah saat 09:00’da Boncuk’ta başlayan ikinci gün yürüyüşümüz 18:15’te Löngöz (Kargı) Koyu’nda son buluyor.
Girişte havlayan bir bekçi köpeği olsa da bağlı ve biz buna alışığız. Saldırılara karşı koyabiliriz. Zaten bu yorgunlukla bir köpek havladı diye geri dönmeye de hiç niyetimiz yok.
Bu muhteşem sahilin adı Löngöz, diğer adı ile Kargı Koyu. Açık denize öylesine kapalı ki yapı olarak Üçağız’ı anımsatıyor. Burada bir yerleşim yok sadece tekne turizmine hizmet veren bir işletme var. Ali’nin Yeri. Ali dededen kalan bu toprakları işletiyor. Çevre çam ormanı olsa da sahili okaliptüs ağaçları ile dolu.
|
Sahile doğru yürüyoruz. |
|
Bugünlük bizden buraya kadar... |
|
Löngöz'deki işletme. |
Gökova’nın karşısında Akbük’ü görmemiz gerekirken Löngöz “L” şeklinde kapalı bir koy olduğundan Gökova’yı göremiyoruz. Ortalık sakin, dingin ve rüzgarsız.
Ali’ye sesleniyoruz ama kimseler yok gibi. Sesimize cevap gelmiyor. Çok yorulduk ve güneşin aydınlattığı son nokta olan tahta iskelenin üzerinde çantalarımızı ve ayakkabılarımızı çıkartarak ayaklarımızı denize sokuyoruz. Deniz girmek istemedik çünkü serin ve ıslanırsak, yorgunluğun etkisiyle de üzerimizdeki üşüme hissi tüm rahatımızı kaçırabilir.
Sahildeki iskelenin üzerinde vakit geçirirken araç ile geliyor Ali Ölmez. Merhabalaştıktan sonra bizden birkaç gün önce gelen arkadaşlarımızdan (Reha Bahtiyar) bizim geleceğimizi söylemiş sağolsun. Bizi tanıdığını hatta bugün geleceğimizi bildiğini söylüyor.
Tesis derken akıllara lüks bir yer gelmesin. Salaş ve kendi başınızın çaresine bakmanız gereken bir yer burası. Suyu ve tuvaleti olduğundan bir miktar ücret vermek gerekecektir. Çadır parası olarak diyebiliriz. Sonuç olrak buranın bize sunduğu bazı kolaylıklardan yararlanıyoruz. Su dolduruyoruz, tuvalet kullanıyoruz, gerekirse sıcak bir şeyler içme imkanımız oluyor. Bu durum genelde karşılıklı olarak yanlış anlaşılabiliyor ancak böylesine bakir yerlerde yürürken arada sırada böyle yerlerde mola vermek çok iyi oluyor.
|
Ali'nin Yeri. |
Ali’nin dediğine göre burası sezonluk olarak açıkmış. Yemek hizmeti talep ve imkanına göre (eğer elinde verebileceği birşeyler varsa) oluyormuş.
Biz gittiğimizde kapalıymış tesisi ama “aç kalmayız yeriz hepberaber birşeyler” diyor. Çadırı nereye kuracağımızı sorduğumuzda eliyle okaliptüslerin altını gösteriyor ve “her yer sizin” diyor.
Çok içerilere gitmeden ve hava kararmadan hemen çadırı kurmak istesek de ortam o kadar huzurlu ki. Canımız hiçbirşey yapmak istemiyor. Ne acelemiz var ki zaten?
|
Çadırımızı hava kararmadan kurduk. Burada çadır kurduğunuzda manzarayı bizim için de doya doya seyredin. |
İskelede otururken kamaralı küçük bir balıkçı teknesi koya giriyor. İskeleye yanaşıyor ve kayığı bağlıyor. İçinden bir çift iniyor. Karşıdan Ören’den geliyorlarmış. Daha doğrusu Örenlilermiş. Balıkçılıkla geçimlerini sağlayan bu çift Ali ile merhabalaşıyor. Ören’de evleri varmış ama çoğu zaman bu teknede yatıp kalkıyorlarmış.
Bu çifti neden anlattık? "Ne gerek vardı?" diyebilirsiniz. Çünkü bugünün yemek menüsünü onlar hazırlayacak. Ali’ye yemek yiyebileceğimizi söylediğimizde “hallederiz” demişti. Ama şimdi asıl ziyafet bu çiftin getirdiği bir kova taze balık ile başlayacak.
Ali içeriden gelip “balık yermisiniz?, yanına da kuzineye patates ve domates atarız.” dediğinde içimiz içimize sığmıyor. Hayaller gerçek oldu.
|
Yemeğimizi beklerken. Kuzine yanıyor. patatesler içeride. Biz de telefonlarımızı şarj edip yarınki programımızı yapıyoruz. |
Hava kararmak üzere. Hemen çadırımızı kurup içeriye gidiyoruz ve gürül gürül yanan bir kuzine ile karşılaşıyoruz. Herşey harika. Sofrayı kurmaya yardım ediyoruz ve patlayana kadar balık yiyiyoruz. Barbundan Sokara kadar her çeşit var. “Bu nedir?” diye sormaktan biz sıkıldık onlar sıkılmadı.
Sohbet güzel ama yorgunluk yine kazanacak gibi gözüküyor. İki gün boyunca 70 km.ye yakın yol yürüdük. Parkurun geneli orman yol olunca, biz de hızlı hareket ödünce böyle oluyor. İkimiz bir araya gelince birbirimizi tutamıyoruz.
Akşam yaptığımız plana göre yarın Bördübet'i geöip Datça Yarımadası'na Balıkaşıran'dan girmiş olacağız. Bu 30 km.'nin üzerinde yol demek. Parkurlar kolay gibi görünse de üç gün boyunca 30 km. üzerinde yürüyoruz.
Ali’den duyduğumuza göre buraları kamplı yürüyenlerden öte daha çok günübirlik yürüyenler oluyormuş. Minibüslerle geliyorlarmış.